Nuray Bartoschek

SİZ BÜYÜYÜNCE NE OLACAKSINIZ ?

Nuray Bartoschek

  • 2931

Çocukken, en sık duyduğumuz soru hangisiydi anımsıyor musunuz? Karşılaştığımız hemen her büyüğümüz, başımızı okşarken aynı soruyu sorardı:

“Söyle bakalım, büyüyünce ne olmak istiyorsun?”

Verdiğimiz yanıtlar kimi zaman günlük, kimi zaman aylık, kimi zaman yıllık olarak değişirdi.

Ateşimiz yükseldiğinde bize sevgi ve şefkatle yaklaşan doktoru örnek alarak verirdik yanıtımızı:

“Ben büyüyünce doktor olacağım.”

Bir başka gün izlediğimiz bir filmden etkilenip tüm suçluları yakalayıp adalete teslim etme isteğiyle “polis”, ilkokula başladığımız zaman “öğretmen”, gittiğimiz bir konser sonrası “şarkıcı” olmaya karar verirdik.

Hızla değişen meslek seçimimiz sırasında, bir de gönlümüzde yerini koruyan, büyük olasılıkla kendi yetenek ve becerilerimizle ilgili bir meslek olurdu.

“Öğretmen” ya da “Doktor” olacağım derken bir yandan da gönlümüzdeki mesleği düşünür yazar, ressam ya da müzisyen olmayı da düşlerdik.

Çocukluktan yetişkinliğe adım attığımız dönemde ise çoğumuz yeteneklerimizi cebimizde unutup, koşullarımızın elverdiği meslekleri seçtik.

Belki doktor oldunuz, ama ya içinizde bir kenarda unuttuğunuz küçük ressama ne oldu?

Belki şimdi öğrencileri tarafından çok sevilen bir öğretmensiniz; ama romanlar yazmayı düşleyen küçük yazarı nereye gizlediniz?

Belki suçluları adalete teslim etmenin iç huzuruyla polis üniformasını giyiyorsunuz; ama besteler yapmayı düşleyen küçük müzisyen nerede?

İyi bir ev hanımı, çocuklarına sevgiyle yaklaşan bir anne oldunuz ama çocuğunuz elinde boyalarla resim yaparken neden yüreğinizin bir köşesi sızlıyor?

 

Çoğu kez “gönlümüzün bir köşesinde” anımsanmayı bekleyen düşlerimizin mesleği için “artık çok geç” olduğunu düşünürüz.

Bir resim sergisinde, bir piyano resitalinde, okuduğunuz romanın sayfaları arasında yıllar öncesinin küçük çocuğu dudaklarını sarkıtıp, hüzünle bakar yüzünüze.

Onu bir kenarda unutulmaya terk etmenin ezikliğiyle göz göze gelmekten kaçınırsınız o çocukla...

Oysa “o”, aradan geçen onca yıla karşın hâlâ elinde tuvali, yüreğinde notaları, cebinde yazılmayı bekleyen sözcükleriyle sizden gelecek en küçük bir hareketi beklemektedir.

Ne yazık ki pek çoğumuz o ilk adımı atmaya cesaret edemez.

Gerekçeler de hazırdır:

“Bu yaştan sonra yazar olacak değilim ya!”

“Artık benden geçti, çocuğum iyi bir müzisyen olur belki...”

“Artık resim yapmaya ayıracak zamanım yok!”

Bir de içindeki çocukla barışık yaşayan kişiler vardır.

Onlar yaştan, konumdan, zamansızlıktan, ortamdan sitem etmezler. Onlar bir yandan çocuklarını büyütür, hastalarına bakar, dersini verir, bir yandan da resim yapar, yazı yazar, besteler yaparlar.

Dün gece, çocukluğumun siyah beyaz fotoğraflarına bakarken, parmakları daktilonun tuşlarında, “bir gün yazar olacağı” düşleriyle gülümseyen, saçları iki örgülü küçük kızla gözgöze geldim. Bir an için ikimiz de birbirimize sevgiyle baktık. Kulağıma usulca “Teşekkür ederim” diye fısıldadı.

“Neden?” diye sordum.

Gözleri ışıl ışıl “Yıllardır, sesime kulaklarını tıkamadığın için...” dedi. “‘Yeter artık çocuk, beni rahat bırak, ben büyüdüm’ de diyebilirdin.”

Elimi, çok yakından tanıdığım bu küçük kızın omzuna koydum ve “Hiç endişelenme, sana verdiğim hiçbir sözü unutmadım” dedim. “Çok yakında piyano derslerine de başlıyorum. Böylece sana verdiğim ‘Altmış yaşımda da olsam, bir gün kesinlikle piyano çalmayı öğreneceğim’ sözünü de gerçekleştireceğim.”

“Harika” diyerek sevinçle ellerini çırptıktan sonra “Ah, neredeyse unutuyordum” dedi. “Bu hafta sonu birlikte uçurtma uçurmaya ne dersin?”

Ben hafta sonunu iple çekiyorum. Ya siz?

Kulaklarınız yüreğinizin sesine açık mı?

Kısa pantolonlarınızı giyip sokakta misket oynamaya, ip atlamaya, sek sek oynamaya ne dersiniz?

“Siz büyüyünce ne olacaksınız

Yazarın Diğer Yazıları