
MAVİ ORKİDE
Psikolog Saadet ELEVLİ
- 240
Bir zamanlar Anadolu’da Orkis isimli çok güzel bir prenses yaşarmış. Söylenenlere göre dünya güzeli olan Orkis hiç konuşmaz, dağlara doğru uçarcasına koşar, rüzgârla dans eder, dağlarla taşlarla sohbet edermiş, kimse gizemini çözmesin diye geceleri ortaya çıkar, gündüzleri kaybolurmuş…
Orkis, oturduğunda etekleri bütün dağları kaplar, saçlarını açtığında yaylaya mis kokular yayar, dağlar taşlar kokusunu ondan alırmış. Bir gün Orkis yine dağlarda oturmuş, etrafı seyrederken eteklerine leylekler konmuş. Orkis etrafın güzelliğine o kadar dalmış ki, zamanın nasıl geçtiğini anlamamış ve günün ağarmak üzere olduğunu geç fark etmiş. Herkesin uyanıp, günün aydınlanması ile ayaklanacağını ve böylece onu görenlerin sırrını öğreneceğinden korkan Orkis, birdenbire heyecanla oturduğu yerden kalkarken eteğindeki leylekleri unutuvermiş ve leyleklerden birinin kanadı kırılmış. Bunu gören Orkis gözyaşlarıyla leyleğin kırılan kanadını iyileştirmeye çalışmış, uzun sırma saçlarından bir tutam almış kar beyazı leyleğin kanadını sarmış. Leylek bir anda kendine gelmiş ve birdenbire yakışıklı bir delikanlıya dönüşmüş. Dilleri konuşmayan Orkis ve yakışıklı delikanlıya dönüşen kar beyazı leylek birbirlerine âşık olmuşlar. Kar beyazı leylek, Orkis’e “Diyar diyar gezdim seneler eskittim hepsi seni bulmak içinmiş” diye haykırmış. Her akşam tılsım bozulur ve sabaha kadar aşklarını yaşarlarmış. Zaman o kadar çabuk geçermiş ki, saatler aylara dönüşmüş ve havalar soğumaya başlayınca kar beyazı leyleğin göç vakti gelmiş. Sevdiğinden ayrılmanın üzüntüsü ile olduğu yere yığılan Orkis özlem ve umutla sevdiğini beklemiş. Aradan yıllar geçmiş, Orkis’in saçları toprağa kök salmış. Sevdiğinin geleceğinden umudunu kesen Orkis, rüzgâra kendini dağlara serpmesini söylemiş, rüzgâr esmiş ve rüzgârın içinde toz misali erimiş ve kaybolmuş, güzel kokusu her yeri kaplamış.
Orada yaşayanlar o günden sonra, Orkis’in kendini rüzgâra verdiği yerde bir çiçek bulmuşlar. Çiçeğin beyaz kadife teni ve üzerinde inci gibi damlalar varmış. O günden sonra Orkide, aşkın ve sadakatin çiçeği olmuş.
Kar beyazı leylek yıllar sonra bir ihtiyar olarak geri dönmüş. Sevdiğini bulamayan leyleğin gözyaşları Orkide çiçeğine can suyu olmuş. Kar beyazı leylek, kanatları altında sakladığı Orkis’in bir tutam saçıyla ölünceye dek oracıkta yaşamış…
Hayatta iyi ve güzel değerleri barındıran hikâyeler hep “bir zamanlar…” diye başlar ve bize sanki bu zamana ait olmayan, çok uzak geçmişte olan duygusu verir… Hâlbuki insanın özünde var olan duygular insan var oldu zamandan, bu zamana kadar hiçbir zaman kaybolmaz… Duygular hiçbir zaman eskimez ve zaman onları yok edemez… Belki de sadece değişen yüzyıllar içinde, artan uyaranlar arasında kaybolabilir, soğanı toprağın altında capcanlı bekleyen, yeryüzüne çıkmak için uygun zamanı bekleyen orkideler gibi… İnsanı hayatta tutan duygularıdır ve duyguların geçmiş zamanı yoktur, onlar her zaman, içinde yaşadığımız zamana aittir.
Orkis ve kar beyazı leylek arasındaki kelimelere ihtiyaç duyulmadan susarak da yaşanan duygular, saf sevgi, insan var olduğu anda başlayan ve hala insanın içinde bir yerlerde yaşamaya devam eden duygulardır… Yeryüzüne çıkmamış olması, toprağın altında olmadığı anlamına gelmez… Önemli olan hep orda olan, yokmuş gibi yaşanan o duyguları, toprağın altından nasıl gün ışığına çıkarabileceğini bilmek… Toprağı eşelemek, emek vermek… O saf sevgiyi, kendini en saf halinle ortaya koyup ortaya çıkarabilmek…
Her şeyin alınıp satıldığı, kullanılıp atıldığı ve yerine yenisinin konulduğu, boşlukların saniyeler içinde doldurulduğu post modern bir yüzyılda, hesapsız ve çıkarsız, yalnız ve dolansız, dolambaçsız bir sevgi yaşamak… Zamanın eskitemediği, her zaman var olan ve her zaman içinde yaşadığımız an’a ait olan, orada, içimizde olan, sadece toprağın altından gün ışığına çıkmak için bekleyen, bu hayattaki en büyük mutluluk!
Yeryüzünde açan ilk çiçek olduğu söylenen tüm orkideler içinde özel bir anlam, “Sonsuz Aşk” anlamı yüklenilen Mavi Orkide, aslında beyaz açan, insanın ona müdahalesi ve belli bir emek sonrasında maviye dönüşen nadide bir çiçek... Sonsuz aşkı temsil etmesinin özelliği de buradan geliyor, yani emek içermesinden ve emek verilmediğinde rengini yitirmesinden… Maviliğinin devam etmesi, rengini yitirmemesi için, ona rengini veren “mavi suyunu” eksik etmemek gerekiyor, değilse beyaza dönüşüp sıradanlaşıyor… İlgi gösterilmediğinde, emek verilmediğinde her şeyin rengini yitirip, özelliğini kaybetmesi, sıradanlaşması, zamanla solması ve sonra yok olması gibi…
Bir insanı olduğu gibi, olduğu hali ile sevmek… Ve bir insanı olduğun gibi ve olduğun halinle sevebilmek… Onca uyaranlar, kalabalıklar arasında kaybolmadan, kendin olarak kalabilmek ve içindeki o saf sevgiyi, kalbinin derinliklerinden bulup çıkarabilmek… Ve sonra emek verip onu yaşatabilmek… Katmadan, karıştırmadan, kalıba sokmadan, kalabalıklaşmadan…
Bakılmadığında, görülmediğinde, bakım verilmediğinde sıradanlaşan, rengini yitiren mavi orkidenin mavi suyunu eksik etmemek… Mavi orkide demek, önce sevmek, sonra onu yaşatmak için emek vermek demek…
Nazım Hikmet’in dizelerindeki gibi;
Sevmek için 'yürek',
Sürdürmek için 'emek' gerek.
Sevgi ne boğazda, ne mum ışığında yemek yemek.
Ne de pahalı bir pırlanta demek.
Sevgi; bir lokma da iki mutlu insan demek...
04.02.2025 / Fethiye
*Orkis’in hikayesi “Gezgin Dergisi” 2011 mayıs, 51. sayısından alıntılanmıştır.