Mustafa Saatcı / Mavi Köşe

Yapay Et II

Mustafa Saatcı / Mavi Köşe

  • 2123

Bilim dünyasında, özellikle biyoloji alanında, çok uzun süreden beri doku kültürü çalışmaları yer almaktadır. Bu metotla canlı hücre ve dokuların laboratuvar ortamında yani in-vitro şartlarda üretimi yapılmaktadır.  Hatta bu uygulamalar tıbbın ve hekimliğin birçok alanında rutin hale gelmiştir. 
İşte yapay et denilen “şey” de üstteki paragrafta değindiğimiz doku kültürü çalışmalarından köken alarak ilerleyen bir sürecin ürünüdür. Yapay etin başlangıcı 1990’lı yıllara kadar dayanmaktadır. İlk yapay et patenti 1998 yılında alınmıştır. Bundan dört yıl sonra ilk yapay et olarak balıketi üretilmiştir. Daha sonra NASA çalışmaları kapsamında yapay hindi eti üretilmiştir. Bu üretimler laboratuvar şartlarında çok küçük miktarlar olarak yapılmıştır. Tabii ki günümüzde üretilmek istenen miktar çok fazla olduğu için hatta bu yöntemle dünyanın doyurulması amaçlandığın dolayı üretimin endüstriyel boyutlarda yapılması gerekmektedir. Bu da çok büyük paralarla, devasa üretim tesislerinin kurulmasını zorunlu hale getirmektedir. Zaten sırf bu yüzden dünyanın en zenginleri kurdukları farklı konsorsiyumlarla bu üretimi yapmayı planlamaktadırlar.  
Gelelim yapay etin üretim aşamasına. Çok basit olarak ifade edersek; kas hücresi üretme kabiliyetindeki kök hücreler toplanıp bir petri kabına konur ve gerekli çevresel ortamlar sağlanarak ihtiyaç duyulan amino asitlerle, karbonhidratlarla ve minerallerle beslenir. Bunun sonucunda hücreler çoğalır ve dolayısıyla et dokusu büyümeye başlar. Burada temelde alınan doku hangi hayvana aitse üretilen yapay et de o hayvanın özelliğini taşır. Evet, yapay et basitçe bu şekilde üretilir. Tabii ki bu üretim endüstriye aktarıldığında petri kabının yerini büyük biyoreaktörler alırken, doğal seyirde oldukça yavaş olan hücresel çoğalmanın yerini de hızlandırılmış yöntemler alır. Burada dikkat edilmesi gereken noktalardan bazıları da dokuların daha hızlı üremesinin sağlanması ve bu süreçte de herhangi bir bakteriyel ve viral bulaşmaya engel olunmasıdır. Bu saydıklarımız üretim zincirinde kullanılacak hormon, kimyasal ve antibiyotikleri işaret etmektedir. Bu saydıklarımızın yoğun kullanımıyla adına gıda denen şeyin ne hallere gelebileceği ortadadır. Günümüzde bu yolla üretilen “şeylerin” fiyatı çok fazla olduğu için henüz geniş pazarlara sunulamamaktadır. Fakat zaman geçtikçe ve araştırmalar arttıkça üretim fiyatı mutlaka düşecektir. Böylece “şey” çok daha geniş bir pazara ulaşabilecektir. Bu sayede dünyadaki insanların çoğunun hayvansal protein kaynağı belli bir merkezden kontrol edilebilecektir. Bitkisel üretimde bu merkezi kontrol durumu özellikle hibrit tohum, kimyasallar ve zirai zehirlerle her geçen gün artmaktadır. Aynı işleyiş yapay et sayesinde, hayvansal üretimde de uygulandığı takdirde, bunun için uğraş veren kesimler amaçlarına ulaşmış olacaklardır. Neticede bu üretim şekli yüksek teknoloji ve uzun süreli bir bilgi birikimine dayanacaktır. Buna sahip olan ülkeler ellerinde bulunan teknolojiyi dilediklerine verecekler, dilediklerine de ürettikleri şeyi satacaklardır.
Yapay et denilen “şey” hiçbir zaman bizim alıştığımız etin özelliklerine ulaşamayacaktır. Fakat o özelliklere ulaşması için çok çaba harcanacak ve çok sayıda çalışmalar yapılacaktır. Her çaba her uğraş şeyin içine daha fazla kimyasal, daha fazla sentetik madde ilavesi olarak kendisini gösterecektir.   Evet, üretilen şey bir protein kaynağı olacaktır ama doğal etin fiziksel özelliklerine ve içeriğine ulaşamayacaktır. Japon bilim adamları bu sorunun çözümü için üretilen şeyi üç boyutlu yazıcıdan çıkararak mümkün olduğunca alışılan ete yakın bir ürünü yakalamaya çalışmaktadırlar. Tabii ki bunun için etin içindeki kas haricindeki dokuların da üretilerek belli oranlarda şeye ilave edilmesi gerekmektedir. 
Devam edeceğiz…
Yazının üçüncü bölümde buluşuncaya kadar hoşça kalın.    
 

Yazarın Diğer Yazıları