Mustafa Saatcı / Mavi Köşe

Vefa Ve Sız (IV-son)

Mustafa Saatcı / Mavi Köşe

  • 2515

Geçen haftalardaki ki I., II. ve III. Bölümlerin devamıdır.
Artık daha hızlı sürüyordu bisikleti. Salı pazarı meydanına vardığında, buranın eski hali aklına geldi. Nereden nereye gelinmişti. Cuma pazarına gelen üreticilerin, kanal boyunda durdukları yerin üzeri de çok zevkli bir projeyle örtülmüş, yağmur ve rüzgârdan etkilenmemeleri sağlanmıştı. Oradan, bölgenin en modern alışveriş merkezine geçecekti. Yanındaki otogar ile şehre apayrı bir hava kazandırmıştı bu mekân. Önceleri her ikisine de karşı çıkan gruplar olmuştu; ama inşaatları tamamlanınca kolayca kabullenmişlerdi. Bu iki eser de farklı bir açılımdı memleketi için. 
“Birinin gözünü kapatarak buraya getirsen ve sonra da açsan buranın bir Avrupa şehrinin merkezi olduğunu söyler.” diye düşünmekten kendini alamadı. Dispanser Sokak’taydı. Dispanser Sokak’ın geçmişten bugüne kadarki geçirdiği değişimi düşündü. Suların bastığı, insanların botlarla karşıdan karşıya geçtiği bir mekân, ancak bu kadar modern görünümlü bir merkeze dönüştürülebilirdi. “İş bilenin kılıç kuşananın.” dedi ve tekrar bastı pedala. Tam o sırada FBKM önünde Belediye Bandosu konser veriyordu. “Bandosu olan bir belediye… Hem de şehrimizin müziğe en yatkın insanlarından oluşturulmuş çok özel bir grup…” diye düşünürken, bunun altında yatan vizyonu yürekten selamladı.
Şehrin seyir teraslarına ulaşmak için Kale Sokak’tan geçmeyi tercih etti. Sıcaklık ve samimiyet akıyordu bu sokaktan. Eski Fethiye’nin son kalıntılarıydı. Sarnıcın etrafından dolandı; hep yokuş çıktığı için nefes nefese kalmıştı. Tekke Cami’nin bahçesinde soluklandı. Ahmet Gazi’ye ve şehrine hizmet eden zamanın bütün beylik yöneticilerine bir Fatiha okudu; Feraye kızı da unutmadı. Sonra başını kaldırdı; tam karşısında kaya mezarlarını görünce “Kral Amintas, baka baka doyamadın değil mi?” diye seslendi. Seyir teraslarına vardığında, eskinin sarhoş yuvası denilen yerde, ailelerin büyük bir huzurla oturduklarını gördü. Doya doya baktı güzel şehrine sanki her bir hücresine nakşetmek istiyordu bu doğa harikasını. ‘’Amintas haklıymış. Yüzlerce yıl baksam doyamam.’’ dedi ve Allah’a şükretti bu şehirde doğduğu ve yaşadığı için. 
Gönlü dolmuştu Vefa’nın. Minnet, gurur, mutluluk, heyecan ve sevinç… Tarif edilemeyecek bir hâle bürünmüştü. Belki de bütün bu duyguları aynı anda yaşıyordu. Gezdiği yolları düşündü, içtiği suyu düşündü. Bir yerleşim yerinin butik şehir olma yolunda geçtiği merhaleleri düşündü. Birine binlerce emek harcanan gençleri ve çocukları düşündü ve her şeyden önemlisi bir şehrin nasıl büyük bir aileye dönüştüğünü düşündü. O anda karar verdi. Yine bastı pedala, dik yokuşu yavaş yavaş indi. İkinci Karagözler’e doğru yöneldi, eğitim hayatına ilk adım attığı yer olan Yunus Nadi İlkokulu’nu geçti. Geçerken de Suzan Öğretmen, Nevcivan Öğretmen ve ebediyete göçen bütün öğretmenlerine Fatiha yolladı ve sağ olanlara da sağlıklı uzun ömürler diledi içinden. Yol boyundaki hurmaların meyveleri olgunlaşmıştı. Bunların toplanıp mahalleliye dağıtılması gibi güzel bir geleneğin de başlatılmış olmasındaki inceliği düşündü. 
Kendisine şehrin hizmetkârı derdi ama Vefa ona başka türlü hitap etmek isterdi hep. Çünkü kendine has ve şehrin kabullendiği özellikleri vardı. Dokuz değil on dokuz köyden de kovulsa hep doğruyu söylerdi. Dikleşmez ama dik dururdu; vatandaşın hakkını yedirtmez, gerekirse koca orduya karşı tek başına savaşırdı. Bu özellikleri kirli politik zeminde karşılık bulamadığından, farklı yalnızlıklar yaşamış ama her defasında başı dik olarak ayakta kalmayı başarmıştı. Çünkü doğruya giden yolun bir adının da “yalnızlık” olduğunu biliyordu. Arkasına aldığı büyük Fethiye ailesinin desteği ile yaptığı hizmetlerde, hep halkın ve hakkın rızasını gözetmişti. Öyle büyük bütçelere sahip olmadı hiçbir zaman, “kafa” ve “iri” diye tabir edilen yönetim merkezlerinden de bir ulufe almamıştı. Aksine birçok hayırlı projesi de sırf politik taassup yüzünden engellenmişti. Samimiyet ve mütevazılık ile halkının parasını birleştirerek kardığı harçla yükseltti hizmet duvarının tuğlalarını. Bir şehir kendi göbeğini kendisinin kesebileceğini öğrendi onunla.  İşte bütün bu sebeplerden dolayı Vefa ona “Yalnız Efe” derdi. Ama bu yalnızlık sadece mert, özgür ve omurgalı insanların bulunmadığı politik arena için geçerliydi; yoksa, bağımsızlığı karakter edinen, yüzbinlerce zeybeği, kızanı ve gönüldaşı vardı Yalnız Efe’nin. 
Artık kafasındaki bütün düşünceleri bir süreliğine erteledi. Hedefe kilitlenmiş mermi gibiydi. Basabildiği kadar hızlı bastı pedallara. Yolun sonuna geldi, 14. sokağa girdi, 10 numaralı evin 3. dairesinin ziline bastı. Kapı açıldı, merdivenleri ikişer üçer çıktı. Heyecanı had safhadaydı. Sabahtan beri gezerek doldurduğu dimağındaki her şeyi onunla paylaşmak istiyordu. 
İşte kapıda duruyordu Vefa’nın Yalnız Efe’si. ‘’Ooo hoş geldin Vefa’m!’’ diyerek karşıladı. Uzun süre yüzüne baktı ve “Sağ olasın Başkanım, minnettarız.” dedi. Amacı bugün yaşadıklarını ve hissettiklerini ona anlatmaktı ama nereden başlayacağına karar veremedi ve “Sadece teşekkür etmek için geldim.” diyebildi. Başkan, babacan bir tavırla içeri buyur etti, bir bardak su vererek soluklanmasını sağladı ve halini hatırını sordu. Artık sakinleşmişti. “Herkes iyi Başkanım, bildiğin gibi, Sız da bildiğin gibi. ‘Gördüğün güzelliği takdir et:’ diyorum etmiyor, ‘Bildiğin iyiliği söyle.’ diyorum söylemiyor. ‘Sunulan imkânları paylaş.’ diyorum paylaşmıyor. Güzellikler içinde yüzüyor ama ‘Görmeyeceğim, duymayacağım, söylemeyeceğim!’ diye inat ediyor. ‘Sen takdir etmiyorsun diye bu güzellikler, bu hizmetler yok olmuyor. Fakat sen böyle yaptıkça onların altında eziliyorsun.’ diyorum. Etki etmiyor. Nasıl anlatayım; yanlışı savunan bir cahillik mi desem, doğruyu göremeyen bir körlük mü desem, yoksa iyiliği inkâr eden bir nankörlük mü? Anlayacağınız umutsuz vaka bizimkisi. Bizim Sız bir tane değil ki küçük bir grupları var bunların, işleri güçleri dedikodu ve gıybet” dedi ve konuşmasını sonlandırırken kuruyan gırtlağıyla zor da olsa yutkundu. Şairliği olmamasına rağmen dudaklarından birkaç kafiyeli söz döküldü.
“Ah bu Sızlar ah bu Sızlar,
Nankörlük eden vefasızlar.
Hizmet takdir edilmezse,
Hizmetkârın gönlü sızlar.”
Sanki söylediklerine onay beklermiş gibi Yalnız Efe’nin yüzüne baktı. Beklediği onayı alamayınca, ısrarcı bir bakış daha attı. Bir taraftan da ayağa kalkıp gitmek için merdivenlere yöneldi. Gözü yine hep ondaydı ama beklediği tasdiki bir türlü alamamıştı. Yalnız Efe bir süre konuşmadı. Derin bir nefes aldı; dudağından bir şeyler dökülecekmiş gibi oldu ama dökülmedi. Elini yüzüne götürdü, burnunun ve bıyıklarının üstünden usulca kaydırarak indirdi. Her misafirine yaptığı gibi Vefa’yı da merdivene kadar uğurlayıp, sırtına sağ elinin ayasıyla hafifçe vurdu. Sonra Vefa’nın yüzüne mesaj verir gibi bir müddet bakarak, sahip olduğu hoşgörü ve mütevazılıkla Yunusça bir cevap verdi.
“Sevdamız, düştüğü her yürekte maya olsun,
Yaptığımız tüm hizmet Fethiye’me helâl olsun.
BİLMEYEN NE BİLSİN BİZİ,
BİLENLERE SELÂM OLSUN!”

[email protected], [email protected]
 

Yazarın Diğer Yazıları