Mustafa Saatcı / Mavi Köşe

Sahipsizliğin Sembolü: Yanıklar Günlük Ormanı

Mustafa Saatcı / Mavi Köşe

  • 8049

Biz Fethiyeliler, “günlük” deriz adına. Hatta bu ağacın yoğunlukla bulunduğu bir koy, Fethiye’min en güzel zamanlarında “Günlüklü” diye anılırken, insanlarımız oraya gidip çadır kurar ve denize girerlerdi. Bu ağaçtan elde edilen günlük yağı, her türlü cilt yarası ve kesiği için merhemdir bizim yöremizde. Bazıları ise mide ilacı olarak kullanırlar bu değerli akmayı. Bizim “günlük” dediğimiz bu ağaç, sığla diye tanınır. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sine de girmiş olan günlük, milyonlarca yıldır bu toprakların ağacıdır. Bilimsel adı da Liquidambar olarak bilinir. Anadolu’daki sığla türü de Liquidambar orientalis olarak anılır. Dünyada sadece 3 ülkede doğal yaşam alanında yetişir. Türkiye, Çin ve Amerika. Ülkemizde bizim de içinde bulunduğumuz Güney Batı Akdeniz’in çok özel bir ağacıdır. Fethiye’mizde de en yoğun olarak Yanıklar köyümüzde sınırlı bir orman alanında bulunur. Aslında ‘’bulunurdu’’ demem gerekirdi. Neden mi? Haydi buyurun Yanıklar Günlük ormanına bir girelim.
Ormana girmeden önce hafızamdaki eski halini sizinle paylaşmak isterim.
Ormanın etrafı harım teli ile çevriliydi. Giriş olarak kabul edilebilecek yerde küçücük, şirin mi şirin bir kulübe vardı. Bu kulübede, mevsime bağlı olarak çalışanlar ve bekçiler kalırdı. Hemen bu kulübenin önünde, günlük yağı sıkmak için kullanılan betondan bir çukur ve çeşitli ekipmanlar vardı. Oraya “Yağcı Düveni” derdik. Günlük yağı ve buhur üretimi yapılırdı, bu çok özel imalathanede. Yağcı Düveni, her yerine günlük yağı sindiğinden dolayı, yaz kış mis gibi kokardı. Ormanın içine girdiğinizde o mis kokunun kaynağına geldiğinizi anlardınız. Öğle sıcağında bile, ağaçların altı çok serin olurdu. Ağaçların yaprakları o kadar sıktı ki, güneş ışınları yere ulaşamazdı. O kopkoyu gölge altında, mis kokular içinde yürürken, orman içinde şırıldayarak akan küçük arıklar da kulağınıza en güzel melodileri fısıldardı. Hele bu arıkların kaynağını oluşturan özlerden çıkan suların serinliği ve tadı bir başkaydı. Büyüklerimiz, sıcak yaz günlerinde, çocukları özden su almaya ormana yollarlardı. Orman, mevsimine göre çeşit çeşit kuşlara ev sahipliği yapardı. Yazın üveyik, sarı kuş, arıkuşu; kışın ise çulluk, botak ve karatavuklar ormanın müdavimlerindendi. Kışın, ormandaki su birikintilerine ördekler de gelirdi. Bu anlattıklarımda en küçük bir abartı yok. Evet, bundan yaklaşık 35 yıl önce Yanıklar’daki günlük ormanı tam da böyle bir yerdi. Kısaca cennetin dünyamıza düşmüş bir parçasıydı o orman. 
Hiç gelmek istemiyorum; ama gelelim günümüze. Ormanın günümüzdeki halini anlamak için kafanızı kaldırın ve yazının başlığına bakın lütfen. Sahipsizliğin sembolü. Böyle bir dünya harikası, böyle bir cennet parçası, böyle mükemmel bir ekosistem, böyle bahşedilmiş bir güzellik ancak bu kadar sahipsiz kalabilir, horlanabilir ve aşağılanabilir. Bize sunulan bu çok değerli ayrıcalık, ancak bu kadar umursanmaz bir tavırla ölüme terk edilir. Evet, günlük ormanımız ölüyor ve biz sadece seyrediyoruz.
Ormanın içi ve çevresi irili ufaklı çeşitli turizm tesisleriyle dolmuş. Ama nasıl bir turizm anlayışı ki üzerine bindiği dalı küçücük kazançlar için acımadan kesebiliyor. Her işletme, sahile ulaşmak için ormanda yol açmış ve kendi müşterilerinin kullanımına vermiş. Ormanın doğal bir parçası olmayan bu yollar her sene daha fazlalaşmış ve daha genişlemiş. Zeminleri doldurulmuş, etrafları çitlenmiş. Bu halleriyle, ormanın böğründeki hançerden bir farkları yok, her gün biraz daha derine iniyorlar ve her gün biraz daha çok kanatıyorlar. İşletmeleri çevreleyen ihata duvarlarının ormana bakan tarafları, tam anlamıyla çöplük. Çöplük az kalır, hafriyat deposu ve mezbelelik tabirlerini de ilave etmemiz gerekir. İşletmelerin her türlü inşaat ve tadilat atıkları, hatta eskimiş mefruşatları ormanın içinde. Dahası da var, zaman zaman işletmelerin atık suları ormana sızıyor veya sızdırılıyor. Dahası var, işletmelerin artezyen kuyuları ormanın hakkı olan suyu alıyorlar.
Ormanın içindeki tapulu tarlalarda tarım yapılıyor. Eskiden de yapılırdı; ama çoğu mera olarak kullanılırdı. Geçen hafta bir tarlada tropikal bir meyve bahçesi için açılmış, drenaj ve tahliye kanalları gördüm. Ne yazık ki bu kanallar bizim sahipsiz ormanımızın içine kadar gidiyor ve günlüklerimizin ihtiyacı olan suyu alıp uzaklaştırıyor. Günlük ağacının kökü derine gitmez; yüzeysel olarak yayılır. O yüzden toprak yüzeyinde bulunan su, günlük için elzemdir ve açılan drenaj kanalları günlüklerin ölümüne atılmış birer imzadır. Neresinden bakarsanız bakın bir garabet! Günlük ormanının ortasında tropik meyve tarımı için uğraşmak… Üretilecek meyve için bir ormanı yok etmek… Anlaşılır gibi değil! 
Ormanın içinde belli oranda hayvancılık da yapılıyor. At bile var. En masumu ise koyun, keçi ve sığırlar gibi gözüküyor. Sadece zemindeki otları yiyorlar. Tabii ki onların da zemine ve küçük fidanlara verdiği zararlar da belirtilmeli.
Tekrar gelelim bizim mucize bitkimiz günlük ağacına. Biraz önce de belirttiğimiz gibi günlük ağacının kökleri toprağın yüzeyinde yayılır. Derine doğru gitmez; ağacın yaşaması için toprağın sürekli nemli olması gerekir. Hatta ormanın içinde su birikintilerinin bulunması çok önemlidir. Ama bırakın nemi ve su birikintisini, ormanın içi tamamen kuru toprak. Her yer kuruduğundan dolayı devrilmiş ağaçlarla dolu. Sanki saydığımız bütün faktörler el ele vermiş cennetimizi yok etmeye çalışıyorlar. En çok ağaç ölümü temmuz ve ağustos aylarında oluyor. Çünkü ormanın suyu yetersiz kalıyor, hadi kitabın ortasından konuşayım, “ormanın suyu çalınıyor.” Böyle olunca yüzeysel kökler suyu bulamıyor ve kaçınılmaz son gerçekleşiyor. Ağaçlar ölüyor.
Önceden bazı alanlara Orman İşletmesi tarafından taze fidanlar dikilir ve bu alanlar korumaya alınırdı. Şimdi böyle yerler de kalmamış.  Bütün bunların sonucu olarak günlükler her gün birer birer kuruyup yıkılıyor, yerine yenileri gelmiyor. Çünkü orman yenilenme kabiliyetini kaybetmiş. Yeni dikim de yapılmayınca, memleketimizin bir cennet parçası daha “Bana layık değilsiniz.” dercesine çekip gidiyor, arkasında sessiz bir çığlık bırakarak.
Bu güzelliğe gerçekten sahip çıkmak istiyorsak yapacaklarımız çok basit:
Hakkı olan suyu ormana vereceğiz. Özellikle yaz aylarında ormana Kargı çayından su bırakacağız.
Turizmcilerin ormana yaptıkları yerli yersiz müdahaleleri engelleyeceğiz.
Orman içindeki tarlalarda ve meralarda yapılan, tarım ve hayvancılık faaliyetlerini denetleyeceğiz.
Yeni günlük fidanları dikeceğiz. Ormana girişi en az iki sene yasaklayacağız.
Günlük yağı üretimini yeniden canlandıracağız. Çünkü üretim yaşatır; üretmeyen ölür.
Bölgeyi arboretum olarak ilan etmek ise bütün sorunların kökten çözümü olabilir.
Ülkemizde ormanlarımızla ilgilenen bir bakanlık ve bu bakanlığın bölge müdürlükleri, il müdürlükleri ve ilçe müdürlükleri var. İnanıyorum ki böyle bir değerin elimizden kayıp gitmesine müsaade etmeyecekler ve Yanıklar’daki günlük ormanının sahipsiz olmadığını göstereceklerdir. 
Fethiye’miz bu güzellikler yaşatıldığı sürece Fethiye’dir, bunlara sahip çıkamazsak elimizde kalan güzellikleri yağmalanmış coğrafya parçasından başka bir şey olmaz. 
Günlük ormanımızın kurtulduğunu ve eski günlerine kavuştuğunu görmemiz dileğimle…
 
 

Yazarın Diğer Yazıları