Mustafa Saatcı / Mavi Köşe

Fethiye Beton Limanı

Mustafa Saatcı / Mavi Köşe

  • 3873

Bu yazımı kitabın ortasından yazacağım ve olabildiğince kısa keseceğim. Çünkü ne kadar uzatırsam hüzün ve kızgınlık durumumum da aynı düzeyde artacağını biliyorum. 
Fethiye’mizin olmazsa olmazı denizimizdir. Limanımız ise bizim gözbebeğimizdir. Hepimiz elimizi vicdanımıza koyalım. Gözbebeğimize hak ettiği değeri veriyor muyuz? Kesin ve net bir cevap: Hayır. Deniz kirliliği ve limanımıza akan derelerin ıslahı ile ilgili defalarca yazdım. Bugün çoğumuzun farkında olmadığı bir konuyu gözlerinizin önüne sereceğim:
‘’Limanımızdaki beton tonozlar’’
Tonoz: Tuğla ve harçla örülmüş, alttan obruk, yarım silindir biçiminde tavan örtüsü. Bir kemerin aralıksız devam etmesiyle oluşan örtü biçimi.
Türk Dil Kurumu sözlüğünde yukarıdaki gibi tanımlanıyor ve Rumca kökenli bir kelime olduğu ifade ediliyor.
Fakat denizcilikte, tonozun anlamı daha farklı. Sabit tekne demiri olarak kullanılan büyük beton bloklara deniyor tonoz. Tekneciler, her seferinde demir atıp kaldırmamak için bu büyük betonu denizin dibine bırakıp, teknelerinin bir ucunu buna diğer ucunu da karaya bağlayarak sabitliyorlar. 
Şimdi gelelim bu beton blokların özelliklerine. Bunlar için standart bir ölçü veya şekil söz konusu değil. Bol bol demir ve betonla oluşturulmuş bir ağırlık yığını. Genellikle, olabildiğince ağır ve büyük yapılıyorlar ki denize atıldığında bir daha kaldırılmasın. Zaten kaldırılmıyor da. Bu betondan katiller deniz tabanına yerleştikleri yerdeki her türlü hayatı yok ediyorlar. Alta kalan balık yuvaları, karides evleri, mamun delikleri, yengeç sığınakları bir daha ortaya çıkmamak üzere yok olup gidiyorlar. Bu betondan katil, deniz tabanında temas ettiği her noktayı kendisine benzetiyor, yani ruhsuz ve cansız hale getiriyor. Peki, bu tonozların çevreye daha az zarar verecek şekilde dizayn edilmeleri mümkün mü? Tabii ki mümkün. Daha çevre dostu olup aynı işlevi gören ekipmanlar var. Bunlar üzerinde tartışılabilir ama beton ve demir karışımı o ucube bloklar herkesin kolayına geliyor.
Bu beton katillerden, gözbebeğimiz dediğimiz limanımızda kaç tane mi var? Binlercesi var, evet binlerce ve sayıları her geçen gün artıyor. Kimse kimin nereye ne kadar büyüklükte tonoz attığını sorgulamıyor. Kimse de gidip “ben tonoz atacağım’’ diye yetkili mercilere başvurup izin almak zahmetine katlanmıyor. Normalde liman başkanlığından izin alınması gerekiyor ama halkımız, ülke geneline hâkim olan, “ben yaptım oldu” durumuna o kadar alışmış ki böyle bir gereklilik duymuyor. 
Şimdi gelin limanımızı sayılarla ifade etmeye çalışalım. Vereceğim ölçüm rakamları kabaca alınmıştır, net ifade değildirler ve resmiyeti yoktur. Fethiye Limanı’nın büyüklüğü, Eski Meğri’nin (Şövalye Adası) limana bakan iç kısmından itibaren ölçülürse 6.000.000m2 civarındadır. Mobil burnundan (Karagözler koyu ile Aksazlar arasındaki minik burun) Esnaf Hastanesi’nin kıyısına çizilmiş bir çizginin iç tarafında kalan kısım ise 2.500.000m2 olarak kabul edilebilir. Fiorita batığından Ece Marina’ya doğru çizilen hattın Karagözler tarafında kalan kısmı ise yaklaşık 1.000.000m2’dir. Son iki olarak bahsettiğim alanlar tonozların en yoğun olarak bulunduğu yerlerdir.
Görüldüğü gibi, alan daraldıkça bu daralan alandaki tekne sayısı ve ona bağlı olarak da beton oranı artmaktadır. Hele resmi marinaların tekne başı ve ponton başı attıkları tonozları düşününce, neredeyse marinaların tabanının tamamen betonla kaplı olduğunu söylemek yanlış olmaz. 
Bu durumda yazımın başlığını tekrar ele alayım. Fethiye Limanı mı, Fethiye beton limanı mı?
Şimdi sıkı durun. Yukarıda bahsettiğin daralan alanlara iki yeni marina daha yapılacakmış. Her birinin kapasitesi 600 yatlık olacakmış. Biri eski Fethiyelilerin Hıdırellez’de toplanma noktası olan Aksazlar’a diğeri ise Karayolları’nın önüne. Yani kapasitenin 1200 yat daha artmasıyla limanımızın zeminindeki beton oranı birden bire patlarcasına artacak ve gözbebeğimizin ölüm fermanı imzalanacak. Buna yeni yapılacak irili ufaklı iskele ve marinaların da eklendiğini düşünelim. Ayrıca liman dışında yapılması planlanan 350 kapasiteli marinayı da söyleyelim. Daha da acısı bütün bu yatların hepsinin çekek işlerinin Karagözler’deki “zoraki tersanede” yapılacağını düşünün. Önce Karagözler koyu sonra limanımız için tam bir çevre kâbusu…
Unutmayalım denizler canlıdır, yaşarlar. Yaşamaları da zeminlerine bağlıdır. Zemini betonla kaplanmış hiçbir deniz yaşayamaz ve kirli bir su birikintisine dönüşür. Ölür. 
Deniz yoksa liman yoksa Fethiye de yok. Turizm de yok. Uğruna, canım memleketimin bütün güzelliklerini kurban ettiğimiz “para” da yok.
Lütfen bir frene basalım, bir nefes alalım ve etrafımızı gözlemleyelim. Fethiye’miz elimizden kayıp gidiyor, sahip çıkalım. 
Karalarımızı betona teslim ettik; bari denizimizi koruyalım.
 

Yazarın Diğer Yazıları