Hande B. Sarıca

Montana

Hande B. Sarıca

  • 3169

Bu sabah Tanrı fotoğrafımı çekti, upuzun yarım ada yolunda bisikletimle O’nunla konuşurken sessiz bir an vardı; yalnızca dağların konuştuğu ve dalgaların kayaya vurduğu.. Gülümsedim. İhtiyacım olan herşeyle oradaydım ve sadece O’na baktım yeşilde mavide sarıda aradım sesini.. Hepsinde de oradaydı bana baktı ve sadece resmetti beni; kendi küçük eserini. Sonra sordum kendime ya güneşe ibadet etmeseydim? Göremeyecektim ılık rüzgarının yanaklarımda bıraktığı gamzelerimi, yarım kalırdı yaşam ve sabahların neden o kadar büyülü olduğunu asla bilemezdim eğer güneşe ibadet etmeseydim...

Söyle bana ben kimim? Neredeyim ve nereye gidiyorum? Işığım var mı? Yoksa sevdiğim herşey hala karanlığın büyüsü mü? Derler ki dağa baktığında onu bir tanıma sokma, ona bir kılıf takmaya çalışma. Dağa sadece bak o her daim orada zaten bakan senin gözlerin olsa ne olmasa ne. Bir kadını tanıdığında ve bir bedene sokulduğunda ona da aynısını yap; onu sıradanlaştırma, ona sadece bak; çünkü ne dağ senin tanımın kadar sınırlı ve küçük, ne o beden sana açıldığı kadar aslında... Ötesi var hep bir adım ilerisi, hep görünenin dışında kalan o incecik ama bütün resmin rengini değiştiren saklı bir parça var. Hep bir fazlası var ve her zaman mutlaka yarım kalan bir yansıması. Hiçbir şey bir tek pencereden bakıldığında anlaşılmaz ve hiçbir yol sadece tek bir patikadan ibaret olamaz. Eski ayak izleri sanıldığı kadar yol gösterici olmayabilir ama bazen bir çift ayak izi senin bütün susamışlığını alır, ve o umuttur bazen bir sonraki adımı attıran ve aynı zamanda o sinsi ikilemdir bir diğer bilinmezlik adımı. Sana kim olduğunu söyleyemem fakat ne olmadığını gösterebilirim; aynadaki yansıman değilsin, ve başkalarının cümlelerindeki yerin sana ait değil, bileziklerinden ve saçlarından ibaret değilsin, aldığın kararlar her zaman seni yansıtmaz ve sevdiğin bütün erkekler çoğu zaman seni anlamazlar. Kalbini sana ait zannedersin ama o cam kırıklıklarının toplamıdır ve çoğu zaman eskiden kalma tozlu anıların çekmecesidir, eşyalarında kendini tamamlarsın ama yatağa hep bir eksikle girersin ayak tabanlarının toprağa basamayışını büyük televizyon alarak unutmaya çalışırsın. Herşeye sahipsindir ama içinde bir yer seni kemiriyordur çünkü ince bir damar sızıntısını sahipsiz bırakmışsındır, denize girmek için para verdiğinde değerli hissedersin ama ıssız bir koydan soğuk suya uzandığında annenin karnına döndüğünü hissetmeye ihtiyacın olduğunu unutmuşsundur. Sevişmek istersin ve sevildiğini anlamak için bunu çokca yaparsın, oysa bilirsin içinden her sevişme sevilme değildir ve sevilmek kimsenin sana dışarıdan verebilceği bir şey değildir. Sevişmek istersin çünkü kendine kendini sevmeyi yakıştırmazsın bir türlü. Yaşamı anladığını zannedersin ama gözlerinin içine kaç kere baktın kırpmadan? Daha hiçbir maça çıkmadan kupayı aldığını düşlüyorsun yaşamı anlayıp ne yapacksın kendini anlamamışken henüz? Karmaşaları neden Tanrı’ya bırakman bu kadar zor? Herşeyi bilmeyi ve hatırlamayı kaldırabilecek misin gerçekten? Bırak sen yüksek kayadan aşağı dünyaya bakarken O daha yukarıda sana baksın. İzin ver Tanrı en sevdiği çocuğunu sevsin. Güneş yavaşça geçerken solundan hafif sarıdan turuncuya sen sadece nefesini üfle oraya ufuk çizgisine, gökteki son akşam senfosini kaçırma sakın sigaranı yakacaksın diye çünkü yarın aynı müziği çalmayacak. Evren binlerce notayla yaratıldı aynı turuncuda senin ve benim duyduğumuz notalar aynı mı sanıyorsun? Ama eğer kendi sesini duymazsan günbatımında hep başkalarının kapanışlarına şahitlik etmek durumunda kalırsın. Bitişi sana ait olmayan günlerin sabahına uyansan ne olur uyanmasan ne olur? Her uyku küçük bir ölüm sadece kendi müziğini duyduğun hırıltılı nefesinde, kendi küçük ölümünü kaçırma ki her sabah kendi yenidoğumuna uyanabil...

Montana; güneşin diyarı terkedişinin en görkemli sahnesi, alkışlar giden güne ve gelecek yarına...

OM Mani Padme Hum
 

Yazarın Diğer Yazıları