Hande B. Sarıca

Japonların Çay İçme Seremonisi

Hande B. Sarıca

  • 2758

Herkes bir yerde herşey; bir yerde hiçbir şey...

Yaşam nasıl bir bahçe, farklı renk ve türlerde herkes, fakat tek bir temel ihtyaç bizi birbirimize bağlıyor; sevgi... Bir çiçeğe damlayan yağmur tanesi ona verilen en büyük sevgi, bir insana verilen en büyük sevgi nedir peki? Anda kalabilme yetisi... Bu meşakatli fakat bir o kadar da önemli yeti aslında farkedemediğimiz her an bir engebe bizim için. Kendimizin kendimiz önündeki belki de en ağır engeli. Bu tıpkı sözde sahip olduğumuz bir uzvu hiç kullanmadan köreltmekle eşdeğer. Tam da bu sebepten doğu felsefesinden öğreneceğimiz çok yol var, doğunun o uçsuz bucaksız engebeli dağlı yolları nedense bana hep dümdüz ovalar kadar sakin ve huşu dolu gelmiştir. Sanki bütün o dağların en dik yamaçlarında varoluşu kaygısızca görebilecekmişiz gibi. Sadou’da bu hislerin benzerini kazımıştı içime ilk okuduğumda; çay içme seremonisi... Zen Budizmine dayanan sözde basit bir olay nasıl derin bir aydınlanma yolculuğuna dönüşmüş. Zaten mesele hiçbir zaman kendini bulmak için dağları aşmakta değildir mesele yolculuğun yönüydü ve öze doğru yola çıkmak için bir fincan çay yeterde artar bile...

Son derece detay barındıran ve yoğun sadeliğe dayanan bir sanat olan Sadou’ya göre hem çayı sunan kişinin hem de çayı içmek üzere misafir olarak gelen kişinin bilmesini ve uymasını gerektiren bazı kurallar yer alır. Kasenin tutuşundan çayın karıştırılmasına, çay koyma aşamasından peçetenin kullanılışına kadar neredeyse her hareketin bir tür adap kuralları içerisinde gerçekleştirilmesini zorunlu kılan özel bir felsefe anlayışı bulunur. Burada mesele zaten çay içmekten ziyade o ilk yuduma giden yolculuk. Metaforlar üzerinden anlatılan kurtuluş örnekleri beni her zaman çok etkilemiştir çünkü iki boyutlu ve somut gerçekliğe dayanan zihnin perdelerini kaldırmakta üstüne yoktur bu metaforların. Ve yine bu metaforlar kelime bazından çıkartılıp daha derin bir kavramsal açıdan incelenirse o zaman kişi kendine giden yolculuğu bir çay yudumunda görebilir. Mesele bakmak değil baktığın tarafta görebilmektedir...

Seremoni aslında çay evine girildiği anda başlar. Konuklar nijiriiguchi ismi verilen kapıdan saygıyı göstermek adına eğilerek girerler. Bir hayli küçük olan bu kapının, özellikle alçak gönüllülüğü hatırlatması hedeflenir. Bu çay odaları, tüm konukların dünyevi meselelerinden uzaklaştığı, hem maddi hem de manevi her türlü konuyu kapının dışında bıraktığı bir mekan olarak kabul edilir. Bu odalarda insanlar dünya zenginliklerinden arınıp tam anlamıyla tevazuya bürünürler. Esas amacı çay yapıp içmekten çok, doğanın içinde kaybolmak, bu yolla ruhu aydınlatmak ve arınmak olan bu seremoni aslında gösteriyor ki; insan bedeni ne kadar yeterli tüm kusurlarıyla; hiçbir kıyafet suratlarımızdaki bize özgü asimetrileri örtemez ve örtmemelide zaten. Bedenimizin üzerine ve içine aldığımız her türlü dış faktör bizi kendimizden uzağa atıyor. Aslında giyinmeye, örtünmeye, gereğinden fazla yemeğe, kendimize çıkacağız diye kıtaları aşmaya ihtiyacımız yok. Sadece durup varolmaya ihtiyacımız var. Hiçbir bilge yaşamı boyunca yolda olmaz çoğunlukla durur, gözlemler ve farkeder sonrada OLUR. Varolmak eylemin zaten kendisi, bir başka eylemle varoluşumuza gölge düşürmeye gerek yok. Aslında illa uzak doğuya gidip bu seremoniye katılmaya lüzum yok; gün içinde attığımız her adımı hissedersek, yediğimiz her lokmada durup beklersek, konuştuğumuz herkesi gözlerine bakıp telaşsız ve yargısızca dinlersek bütün yaşamı bir seremoniye çevirmiş olmaz mıyız? Yol uzak görünür insana üzerine çıkana kadar, ve yol asla kendimizden uzağa gitmez; yol bizim yolumuzdur bizden başlar ve bizi ancak kendi hakikatimize götürür...
 

Yazarın Diğer Yazıları