Hande B. Sarıca

Duygusal Reformlarla Zihinsel Yıkımları Değiştirme Çabası

Hande B. Sarıca

  • 2335

‘Peki ya siz neredeydiniz zayıf anımızda? Yoksa bir çiçeği mi eziyordunuz? Bıktım artık bu cenabet suratlardan televizyonun içinden bana bakan.’ Jim Morrison


Her şeyin “eski hali”ne dönmesini bekliyoruz. Beklenti büyük yine her zamanki gibi.. Eski hal nedir? Sorumsuz, doyumsuz, istek ve arzularımızın bitmediği, en büyük hayallerin ulaşınca söndüğü, her başlangıcın karşıt savaşlarla sürdüğü şu eski ‘kusursuz’ yaşamlarımıza mı? Tarih boyunca insanın aldığı can sayısından daha fazla can almadı Corona. Özlemle beklediğimiz eski yaşam daha çok ölümün, sevgisizliğin ve cehaletin olduğu yaşam. Benimsediğimiz yaşam ve ısrarla eski yaşamımıza dönme arzumuz aslında şu demek basitçe; birlik değil bireyselliğin artması, modern teknoloji ile artan sevgi açlığı ve bu açlığı bastırmak için yaratılan içi boş devrim ve deneyimler, ‘birilerinin’ sunduklarıyla yaşama hevesi, mal, mülk peşinde harcanan nefesler ve dahası... Şunu söyleyeyim ki artık o yaşama dönmeyeceğiz; burası kesin. Salgın süreci bittiğinde eski yaşamdan iz kalmayacak, fakat bu daha iyiye gideceğiz anlamına da gelmiyor ne yazık ki. İnsanın değeri bu gibi içgüdüsel hayatta kalma dürtülerinden sağ çıkıp çıkmadığımızla ölçülür ve şu ana dek çokta başarılı sayılmayız kanımca.

Her şeyden evvel; bütün bu karanlık çağı yaratanlar bizleriz kuşkusuz. Çok gerilere gitmeye gerek yok; yapılan filmlere bakın hep dünyanın sonu, ölüm, savaş temaları. Neden? Çünkü sabit, sessiz, dingin ve sevgi dolu bir hayatta sıkılma korkusu, her şeyin yeterli olduğunu, fazlasına ihtiyaç duymanın anlamsız olduğunu kavradığımız noktada içsel dinamiklerimiz ölmüş olacak. Bir düşünün; sevgi kisvesi altında hiç cinayet olmasa, doğanın bütün kurallarına uyarak sade yaşasak, bütün gereksiz iş sektörleri sonlandırılsa, doğanın bize hak olarak sunduklarını parayla almak zorunda kalmasak dahası herkes eşitçe alabilse... Liste daha uzar burada amacım herhangi bir ideolojiyi pazarlamak değil aksine sıfır noktasından yaşamı algılama arzum sadece. Bütün kavramlardan bağımsız, kültür ve dinlerden bağımsız sadece insan olsaydık kadın, erkek, yaşlı, çocuk değil sadece insan, hep daha fazlasını keşfetmek uğruna sırf yapabiliyoruz diye öldürmeseydik, mahvetmeseydik, şu anda belki de bu salgın olmayacaktı... Ama yapamazdık; tarih tekerrürden ibaret nede olsa. Sevgi hiç anlamadığımız bir kelime ve asla yeterli olmayacak bir kavram. Bizim koşullu ve sınırlı zihinlerimiz ancak somut olanları anlamaya devam edecek, ne ötesini göreceğiz ne de görenlerin yolu açmasına izin vereceğiz...

Her insan, aksini iddia etse de, ayrımcıdır, hepimiz ayrımcılarız; kendimizden olmayanı dışlama potansiyeli ve bunun adına aidiyet diyerek işin içinden sıyrılma kabiliyeti bizi kendi sonumuza götürüyor.

Şimdi birlik reklamları dayanışma projeleri havada uçuşuyor lakin ortada birlik yok, hiç olmadı ve olmayacak. Karamsarlık yaratmak değil niyetim maalesef insan doğasını analiz ettikten sonraki gerçeklik bunu söyleten. Daha yasağın ilk gününde ekmek kuyruğunda ölenler, marketlerde sadece kendini düşünüp bütün erzakları depolayıp diğerlerine bırakmadıklarını dahi fark edemeyen birlik dayanışmacıları kaynıyor etraf. Durum ciddi; hem fiziksel yıkım hem psikolojik yıkım fazla ama en önemlisi kalan bir lokma insanlığımızı da parça parça karantinayla yok ediyoruz.

Neden şimdi bütün devletler harekete geçti? Neden şimdi bütün dünya el ele de yıllardır çevre kirliliğinden dolayı milyonların ölürken hiçbir devlet bu kadar radikal kararlar almadı; aldırmadı? Neden mi çünkü bir insanın hayatı hiç görmediğimiz kutup ayısının hayatından ‘tabii ki’ daha önemli... Ne de olsa bütün evrenin hükmü insanın elinde. Bizim birlikle filan işimiz yok biz sadece yakınlarımıza ve kendimize bir şey olmasından korkuyoruz. Başka kıtalarda insanlar, çocuklar ölürken neden hiç kimse modern dünyanın mükemmel zevklerinden kafasını kaldırıp ta birlik için ayağa kalkmadı? Ülkeler birbirine bombalar atarken sınırlarda askerler bizleri korumak için ölürken neden kimse bir gün bir şey söylemedi de şimdi hepimizin ayn anda ölme olasılığı varken, ilk defa belki de ölümü yakından koklamaya başlamışken birlikten bahsediyoruz? Bu birlik değil içgüdüsel bir yozlaşmışlık.

Durum tamamen somutluk algısından ibaret. Gözümüzle kendi türümüzün öldüğünü görüyoruz, insan aklının acizliğini görüp bilinmezlik karşısındaki mecburi dayanışmasını yaşıyoruz. Mesele birlik değil insan hayatının değeri de değil mesele insanın evrenin sahibiyim yanılsamasının yan etkileri...

İşin bir de bireysel yansımaları var ki daha büyük felaket bana kalırsa. Kendisiyle kalmaktan korkanlar sosyal medyada mizah adı altında adeta çıldırdılar. Bu kadar çaresizce haykırışlar insanlığa olan umudu azaltıyor. Sosyal medyanın şuan konu dahi olmaması gerekiyordu bırakın kitap okumayı, film izlemeyi en son ne zaman aynada kendi gözlerimize bakıp ben kimim diye sorduk?! Komik geliyor değil mi? insan kendiyle konuşur mu, sosyal ortamda yüzlerini dahi tanımadıklarından gelecek binlerce beğeni varken... Ama gerçekten makyajsız, yargısız, toplum baskısız sevgilinin, annenin sözleri dışında en son kendimize karşı ne zaman çıplak kaldık? Kalanları delilikle suçladık doğayı dünyayı sömürmeyenleri aptallıkla suçladık. Sanki çok sıra dışıymış gibi hane içindeki iletişimi mizah konusu yaptık, sanki asıl anormallik bu zamana kadar aynı evi paylaşıp ta birbirinin yüzünü görmeden yaşamak değilmiş gibi... Utanmamız gereken kendimizi, özümüzü, asıl benliğimizi nasıl inkar ettiğimiz olmalıyken hala bu durumun geçiciliği üzerindeki dualarımız beni asıl üzen. Gözlerimize bakmak için dünyanın sona mı yaklaşması gerekiyor gerçekten?

Kısaca durum vahim; salgından daha büyük sorunlar var ortada. Farkındalık değil virüsü yok etmeye odaklı ‘savaşçı’ zihinler. Zaten bütün mesele hep yok etmek üzerine değil miydi en başından beri?

Virüsten kurtulduktan sonra yapılacaklara, yapılması gerekenlere odaklanmalıyız. Kısa ve uzun vadeli planlar, projeler oluşturmalıyız. Sevgi pıtırcığı olalım demiyorum ama sevginin dayanışma, birlik, huzur, ve bilimsel çalışmaya ön ayak olacağı bir gerçek. Bizlerin de tek ihtiyacı bu olduğuna göre aklın yolu seçilmeli ve ilerlenmeli barış içinde ve doğa ile kol kola.


 

Yazarın Diğer Yazıları