Hande B. Sarıca

Düsüncelerimizin Veya Fikir Diye Savunduklarimizin Ne Kadari Bize Ait?

Hande B. Sarıca

  • 3168

Bir yol var içerisi loş dünyevi hiçbir kavram tanımlayamaz. Bir yol var girdikçe ürkekçe ve huzurla yürüdüğüm.. bir yol ki yaşamlar boyunca aramışım...

Huzurlu adamın yolda ne işi olur? Huzurlu adam oturur, kök salar ve cehaletin onu her geçen gün sarıp sarmalamasına izin verirken yaşamlar boyunca sürüklenir durur. Bu sahte huzur değil bahsettiğim tabi; hakiki huzur bilinen bütün kavramların unutulup idrak aşamasına geçildiği anda başlar, kaynaktan gelen zarif lütufla. Ve bu huzur içinde hakikati barındırdığı için yolculuğu bambaşka bir tarafa atar: dışarıdan içeriye, görünenden görünmeyene, bilinenden bilinmeyene, yanılsamadan saflığa...

Herşeyi bilmeyi kaldırabilir miyiz? Herşeyi bilmek ne demek? Bir inanca sahip ve ömrünü o yola adamış bir kişiye gidip aslında yoldan bayadır saptığını söylemek dahası bunu hissetirmek mesela o kişide nasıl bir travma yaratır? Artık son 60 senedir inandığı herşeyin yalan olduğunu öğrendiği o an ne hisseder insan? Hemen oracıkta ölmek veya öldürmek ister ki süregelen yalanını yaşamaya devam etsin. Bu sanki etrafta bombalar atılırken kulaklıkla müzik dinleyip aynı sokaktan geçip gitmek gibi... Peki ne anlama geliyor bütün bunlar? Dışarıdan bakıldığında saditslikten öteye geçememiş bir düşünce sadece değil mi? Değil... Maalesef değil.

Egosu ve zihni olup ayırt etme melekesine sahip tek tür olarak biz insanlar için inanmak çok kuvvetli ve baskın bir dürtü. Çünkü inanmazsak deliririz. Bir inançsız bile inanmamaya olan inancıyla hayatta kalır ki aslında bu birçok inanandan daha büyük bir inançtır. İşte farketmek burada devreye giriyor, çünkü neye inanacağını ne zihin ne kalp bilir. İnanmak özden gelir. Zihinle ve mantıkla asla varoluşu idrak edemeyiz, fakat kalplede edemeyiz. Ancak öz dediğimiz değişmeyen tek hakikat bizi oraya götürür. Nereye?... Cevabı içimiz biliyor güvenirsek ona. Gün doğmadan önceki o en kutsal zamanda dünyanın çıkardığı bir ses vardır işte o ses özümüzle aynı ses ve sadece huşu dolu bir dinginlikte kendini gösterir. Şayet o sesi duyuyorsak doğru yoldayız demektir. O sesin kavramsal bir karşılığı yok fakat o yaşam pusulasının ta kendisi.

Ve o sesin bu denli kıymetli olmasının tek bir sebebi var oda; ancak özümüzden gelen sese kulak verdiğimizde ortaya çıkan düşünceler yalnızca bize ait olur. Bir düşünün gün içinde gerçekten bu bana ait bir düşünce diyerek kaç cümle sayabiliriz? Dürüst olursak bir belki iki. Konuştuğumuz herşey toplumun, ataların, coğrafya ve tarihin tozlu sayfalarından bize aktarılan kırıntılar sadece. Bizim kendimize ait bir düşüncemiz yok, inançlarımız, adet ve geleneklerimiz şakalarımız ve değerlerimiz hep başkalarının ağzından dökülenlerden geçiyor. Bu sebeple maneviyat son derece hayati olmakla beraber neyin maneviyatın içinde olup olmadığını da çok iyi algılamak gerekiyor ki saf düşünceler oluşurken yanlış engellere takılmasın.

Düşünceler saflaştıkça egonun önündeki yanılsamalarda şeffaflaşarak zihnin berraklaşması başlıyor ve o noktadan sonra hiçbir yanlış düşünce artık tamamen bize ait olan kendi düşüncelerimize sirayet edemeyecek kadar zayıflamaya başlıyor. Bu da hakikat yolunda yaşamı anlamak için çok değerli bir kılavuz; düşünmek ve düşünürken özgürleşmek...

Özgürleşmek beraberinde saflığı doğurur ve saflaşan beden, zihin bizi daha derine o öteye ulaştırır ve orada sadece özümüzden gelen bize ait düşünceler yeşerir. Orası bizim hakikatimizin yemyeşil ve mis kokulu bahçesidir. O bahçeye ulaşmak ise yaşamın kendisi, yolculuğun tamamıdır. Yolculuk küçümsenmemeli, varılacak nokta her zaman caziptir ama yolun içinde öğrendiklerimiz olmadan bitiş bir anlam ifade eder mi? Ve yolun sonu yolculuktan kıymetli mi?
 

Yazarın Diğer Yazıları