
Kıpırtısız ve kımıltısız
Elif Öztürk / ELif'le İçsel Farkındalık
- 301
Kıpırtısız oturuyorum. Çevremde her şey hareketli, bense kımıltısızım. Gözümün ucuna takılanlara bakamıyorum. Bakışımın düştüğü yerlerde ya yangın yanacak ya da yağmur yağacak. İçimin yangısından bir parça fırlayıp ortalığı tutuşturacak ya da acıma teslim olacağım ve gözlerim yaşlarıyla her yeri ıslatacak. Sağımı solumu anılar istila etmiş. Oradan buradan aldığımız ıvır zıvırlar saçılmış etrafa. Yaşanmışlıkları hatırlatıyorlar. İçimi harabeye çevirdiklerini bilmeden geçmişi fısıldıyorlar.
Geçti mi sahi? Geçmişte mi kaldı? Peki bizim geçtiklerimiz, bizimle geçip gidenlere ne oldu? Bizden kayıp geriye düştü denilebilir mi? Böyle kolayca fırlatılıp atılır mı?
Odadan odaya giden kadına bakıyorsun. Biz dediğin bileşkenin içini boşaltıyor. Dolaplardan, çekmecelerden biz denilen birleşimin öğelerini eksiltiyor. Bizden sen ve ben olma haline geçmeye koşar adımlarla gidiyor. Ne yapabilir, ne söyleyebilirsin ki! Sözcükler tükendi. Anlamsız, yarım, kırık dökük tümceler dilinin ucuna geliyor, dişlerinin arasında öğütülüp öylece kalıyor. Tükürüp atamıyorsun. Yutmaya da mecalin yok. Ağzının içinde dilinin ortasında söylemediklerin birikiyor. “gitme” diyemezsin. Gitmesini istemediğini bilse kalır mı? Bilmiyorsun. “Hastalıkta ve sağlıkta” diye söz vermiştiniz değil mi? Sözler mi ağır geldi, tutulamıyor oluşu mu inancı solduran? Bilmiyorsun. Bildiklerin işe yaramazken bilmediklerin bunaltıyor iyiden iyiye. Eni konu çaresizliğe bulanmış yüreğin. Daha şimdiden kalbine hasret çöreklenmiş. Nefes alamıyor gibi derin solukları içine çekiyorsun. Daralmış ve sıkışmış hissediyorsun. Çare umar gibi pencere pervazına bakıyorsun. Camı açmak o an cazip geliyor. Ayağa kalkıp yürüyorsun. Bir hamlede camı açıyorsun. Hareket etmek için bu kadar bunalmak şart mıydı? Her şeyi böyle yapıp yapmadığını irdeliyorsun. Olduğun yerden odaya göz gezdiriyorsun. Tüm eşyalar yarım yamalak duruyorlar. Sevdiğin kadının telaşlı değil aheste bir hazırlıkta olduğunu fark ediyorsun. Ayırımına vardığın durum seni şaşırtıyor. Koltuğun kenarında bir bilet dikkatini çekiyor. Bir otobüs şirketinin logosunu görüyorsun. Altına kargacık burgacık harflerle “bu şehirde sen yoksan dönmenin anlamı yok” yazıyor. Kirpiklerinin ucunda ne zamandır akmayı bekleyen yaşlar yanaklarına süzülüyor. Hızlı adımlarla odadan çıkıp yatak odasına gidiyorsun. Elinde biletle kapı önünde kalıveriyorsun. Sevdiğin kadın yatağın kenarında oturuyor. Kıpırtısız ve kımıltısız bir halde elindeki kağıda bakıyor. Usulca yanına gitmek, boynuna dolanmak istiyorsun. Seni neyin durdurduğunu bilmiyorsun. Daha kötü bir şeyin olmayacağını düşünüp yanına gidiyorsun. Seni o zaman fark ediyor. Yüzü karmakarışık, dudakları kurumuş, gözleri ıslak bakıyor. “Gitmemem için bir şey söyle” diyor. Eline uzanıp parmaklarınla kavrıyorsun. Islak nemli eli ellerinin arasına alıyorsun. “gidersen yarım kalır bu ev, hayallerim. Biz sensiz kalır. Nefessiz yaşanmaz ki.” Diyorsun sakin bir halde. “Aşk bitti. Olmadan nefes alınır mı?” diye soruyor bezgin bir halde. Elindeki bileti uzatıyorsun. İfadesiz gözlerle bakıyor. “oku” diyorsun. Dudağının kenarı gevşiyor. Göz kenarları yumuşuyor. Solgun gözleri canlanıyor. Göz renginin hareleri eski ışığına bürünüyor. “Yeniden denemeye değmez mi?” diye soruyorsun. “Aşk büyütür mü?” diye soruyor bir ümitle. Öyle olduğunu biliyorsun. “Büyüdük, yana yana büyüdük. Yetmediyse birbirimizi büyütelim. Öyle bir başına değil. Sevgiyle, emekle büyütelim. Varsın aşk bitmiş olsun. Ne çıkar? Sahip olduklarımız yetmez mi?” diye soruyorsun. Minnet dolu gözlerle bakan kadına sarılıyorsun.