YUNUS EMRE VE AHMET YESEVİ SANATI ÜZERİNDEN ŞİİR HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ
Coşkun Karabulut / Kültür Sanat
- 313
"Yunus' un yaratarak üzerine şahsiyetinin damgasını yüzyıllarca silinemeyecek bir kuvvetle- kazıp tespit ettiği bu milli sanat şeklinin kendine has olan seviyeleri şunlardır: Safvet ve samimiyet, basitlik, vuzuh ve kuvvet. Yunus' u okurken, karşımızda sade, masum, gözleri şefkat ve sevgi dolu bir dervişin ilâhi bir lisanla terennüm ettiğini duyarız. Ruhunu eski bir tanıdık gibi bize açan bu derviş, Hak' ka karşı hitaplarında ve feryatlarında da daima en tabii bir Safvet, sadedillik ve samimiyetle haykırır, ağlar, itiraz eder yahut vecd içinde terennüm eder. Onda yapmacık, gösteriş, merasim ve âdâba riayet eder olmak gibi şeyler yoktur. Ruhunun basitliği bütün ilahilerinde berrak bir şekilde akseyler."(s.451)
"..... İşte, sanat endişesinden bile uzak olarak, sırf ilahi bir hamleyle inşâd eden Yunus Emre, pek tabii vicdanında gizli olan tabii ve millî âhenge uymuştur... İşte açıkça görülüyor ki Yunus Emre, vezin hususunda olduğu gibi şekil hususunda da halk zevkinden uzaklaşmamış, halk ruhunun asırlardan beri biriktirdiği güzellik kaynağından- bilmeyerek - faydalanmıştır.( s.412)
Ve aynı kitaptan önemli bir dipnotla tamamlayalım bu bölümü ve asıl mevzuya geçelim:
" Ziya Gökalp Bey' in Hayat' ındaki ' İlahiler.' ini okuyunuz. Yunus tesiri onlarda derhal göze çarpar. Bunlar, Yunus tarzının en son üstadinkilere- ilham ve ifade kuvveti bakımından- en çok yaklaşmış örnekleridir. Yunus tarzı sehl-i mümteni kabilinden olduğu için , taklit ve tanzirinde [benzetmesinde] başarı göstermek çok müşküldür. (.s. 454)
Şimdi de aynı değerli eserde Ahmet Yesevi hakkında yazılan küçük bir bölümü aktaralım:
" Hoca Ahmet Yesevi ' nin eserinde, evvelce açıklandığı gibi, başlıca iki mühim ve esaslı unsur göze çarpar:İslami yani dinî - tasavvufî unsur ile millî yani halk edebiyatından alınan unsur. İslami unsur mevzuda yani esasta daha kuvvetli olduğu halde, millî unsur bunun aksine şekilde ve vezinde daha göze çarpar haldedir. İslamiyet çevresine yeni giren ve bu yeni dinin esaslarını anlamaya büyük bir istek gösteren Türkler, şeklen kendilerine hiç yabancı gelmeyen bu esere tabiatıyla kıymet veriyorlardı. Esasen mevzu bakımından da kendilerini çok fazla ilgilendirdiği için Divân- ı Hikmet halk kitlesi arasında derhal kutsi bir mahiyet aldı.....Yüzyıllar boyunca gerçekleşen zevk değisimlerine rağmen, Divân- ı Hikmet' in bütün bu zevk değişimlerinin üstünde yaşayabilmesi, onun dervişler arasında itirazı imkânsız kutsi kıymetinden ileri gelir. Yoksa onun manzumeleri hakkında beslenen bu takdir ve takdis hissi, münakaşa edilemez bir ukdum[dayanak] , daha doğrusu yarı dinî bir akide şeklinde olmasaydı, bu eser şimdiye kadar çoktan unutulup giderdi. Demek oluyor ki Divân- ı Hikmet- i asırlardır yaşatan ve yüzyıllarca birtakım takipçilere örnek ittihaz ettiren[ olarak benimseten] başlıca âmil[etken] eserin bedii kıymetinden çok, Hoca Ahmet Yesevi ' nin yukarıda geniş surette açıklanan dinî- tasavvufî manevi nûfuzudur.( s.247-248)
Mehmed Fuad Köprülü ' nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı muhteşem eserinden yaptığım bu alıntılarda, dikkatimi çeken ve bugünkü edebiyatçıları da yakından ilgilendiren çok önemli(kendimce) bir noktayı vurgulamak istiyorum. Yüzyıllar önceden bugüne kadar ve halen eserleri baş tacı edilen ve gönüllerde yaşatılan bu iki büyük şairin ortak özellikleri, biçimden ziyade içeriğe, anlama önem vermeleri, sade, yalın olmaları, halkın anlayacağı biçimde söyleyeceklerini en net biçimde ifade etmeleri ve böylece halkın gönlünü fethederek sonsuza kadar yaşamayı hak etmeleri. Sehl- i mümteni denilen herkesin " ben de bunun gibisini hatta daha iyisini yazarım " diye içinden geçirdiği ama ne yazık ki bir dizesini bile yazamadığı ve bugünün anlatımıyla şairanelikten uzak, gösterişten uzak sade, yalın bir dille düşüncelerini insanlara anlayacakları şekilde aktarma çabaları.
Selam olsun ikisine de!