Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

YAZARIN İNTİHARI -2 BÖLÜM

Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

  • 1877

                MUHABBET KUŞLARI- ÖYKÜ
               GÜNEL NATİQ-.  AZERBAYCAN

Şairin ( intihar yolculuğuna) gidişinin ardından , epeydir görülmeyen bir canlanma başladı, cemaatda  bir feryad figân, görmeyin. Biri ah çekiyor, ahından yer gök inliyor. Biri ağıt yakıyor, biri kendinden geciyor, bir diğeri " bizi bırakıp gitti" diye hıçkırarak ağlıyordu. Dördüncüsü şairin anısına  kitap çıkarmayı öneriyor, editörlüğünü de bizzat kendisinin üstleneceğini söylüyordu. Beşincisi  de   " iyi adamdı, rahmet üzerine olsun" diye söyleniyordu.
- Allah rahmet eylesin!  Silah patlamış gibi birkaç kişinin bağırtısı duyuldu.
" Rahmet" sözünü duyan Huşsuz Haşim dönerek:
- Gitti ha?"
Hacıkulu okuduğu duanın ardından , dudağını sarkıtarak  gayet  emin bir şekilde:
- Herhalde şimdiye kadar haberi çıkmış olur.
Ters Söyün' ün intiharını müzakere eden yazar- çizer takımı, genç- ihtiyar kahvehaneye  doluşmuştu. Yüizlerindeki hüzün onları vakur ve endişeli gösteriyordu. Bu ifade hepsinin samimi ifadesiydi.
- Bu intiharda benim de günahım var diye ağır ağır söylendi Qayip Qızılırmaq, zira rahmetlinin sıkıntısından haberim vardı.
" Sıkıntısı geçiyordu ki, yetimin" diye içinden geçirdi muhbir Ebleh.
- Benim de günahım var diye söylendi Huşsuz Haşim -Problemleri vardı. Bana da söylemisti zamanında... Ben de demiştim ki..
 Hepimizin günahı var , hepimizin diye seslendi heyecanla konuşmayı seven Deli Cümşüd.
-Benim de  var mı günahım diye sordu babasının yanında oturan çocuk.
Hepsi güldüler. Ama yüzlerindeki vakur ve hafif hüzün kaybolmayacak  şekilde güldüler.
- Yazık çocuğa- ihtiyar gazeteci merhum hakkında hatıralara daldı- marifetli, ağırbaşlı...
- Kurban olum Allah' a neden hep iyileri alır ki diye manalı manalı konuştu.
- Ah! muhbir geride kaldığını farkedip derinden bir ah çekmişti ki , bir kişi kendini deli gibi içeriye attı.
- Beyler hani Ters Söyün kendisini köprüden atmış diyordunuz?
- Merhum aksinin biriydi, zaten ne zaman bize kulak astı ki? diye söylendi ihtiyar gazeteci.
- Ya onu demiyorum. Şimdi köprüden geliyorum, orada ceset meset yok.
Deli Cümşüd:
- E şimdiye ceset kalır mı? Çoktan morga kaldırmışlardır.
- Sadece orada iki polis vardı , kendini atan olsaydı biz yüzde yüz görürdük, dediler.
Çay içenlerden biri tasdik etti:
-Yüzde yüz değil yüzde ikiyüzelli görürlerdi.
Muhbir şüpheli şüpheli sordu:
- Yani vaz mı geçti? diyorsunuz.
Hepsi bir an sustu. İhtiyar gazeteci ağır kişilere mahsus havasıyla:
- Ay kişi yok, öyle oğlan değildi o. Dediğini yapardı.
Hikmetkulu , aklım kesmiyor manasına, anlamlı anlamlı iki yana kafasını salladı.
Telefonun zili sessizliği bozdu. Yerden bitme baş redaktör, şimdi yeri mi ? diye telefonu kulağına götürdü:
" Nedir ay hanım? Ne bileyim huzura gidince ne giyineceksin? Kimin huzuruna çıkacaksın? Ters Söyünün mü? Ay hanım ortada cenaze falan yok dur bakalım hele ! Git başımdan şimdi. Eh!
Baş redaktör hırsla telefonu sandalyenin üzerine attı.
Kahvedekiler sanki kuraklığın depresyona sokan havasını hissetmişler gibi etleri ürperdi. Daha çok şey konuşmaya başlıyorladı ki, kapı açıldı ve Ters Söyün içeri girdi! Güzel kararmıstı. Sanırsınız deniz havası almış.
- Selam aleyküm diyerek  bir sandalye çekip oturdu. Kendisine yönelen bakışları umursamadan çaycıya döndü ve " ay uşak bana bir çay ver, horozkuyrugu olsun ha- demli- Çv. dedi.
Uzun aradan sonra ihtiyar gazeteci nihayet konuştu:
- Ya koca adamsın. Demiyor musun bu kadar adamı boş yere işinden gücünden avare ediyorum? Balam, biz de intihar görmüşüz de. Bunun bir kaidesi, edep - erkanı var. Ne büyük tanıyorsunuz, ne küçük. İntihar ciddi iştir yavrum. Su dizine geldiğinde " lanet kor şeytana " dersin. Şu beline çıktığında işin biraz daha zorlaşır. Şu boğazına kadar çıktığında  artık  yolun kalmamıştır yavrum, işi bitirmen gerekirdi.
İhtiyar gazeteci ara verip Tərs Söyün'e baktı. Tərs Söyün hürmet ifadesi olarak başını sallıyordu ama gözü duvara kurulmuş televizyonda kalmıştı.
- Hiç utanıyor musun? diye aniden çıkıştı ihtiyar gazeteci. Herkes o an düşünmeye başladı ki, Tərs Söyün ne için utanacaktı?
Televizyonda Tərs Söyün'ü gösteriyorlardı. Yüksek tondan yayılan spikerin sözleri duyuluyordu:
Köprüye intihar etmeye gelen Tərs Söyün lakaplı şair, yolun kapalı olması nedeniyle hedeflediği yere ulaşamamış, yönünü değiştirip Sixov plajına gitmiştir. Şair yaşamla ölüm arasında çok zor anlar yaşadığını bildirmiştir. İntihar fikrinden vazgeçen şair, bu yaşadıkları hakkında kapsayıcı uzun bir şiir yazacağınız söz vermiştir.
Kahvedekiler gözlerini televizyondan ayırıp Tərs Söyün' ün yüzün diktiler. O, hiç bir şey olmamış gibi çayını yudumluyordu habire. Dersiniz ki denizde yanıp kararan şair susuz yanmıştı. Belki de şiirinin ilk satırlarını düşünüyordu.
Önce ihtiyar gazeteci, peşinden yerden bitme  baş redaktör, onun pesinden muhbir Ebleh, onun peşinden de Xalxal Xallı hırsla yerlerinden kalkıp, kapıyı çarparak çıktılar. Bu toplu çıkış, çayının üstüne keyifle sigarasını tüttüren Tərs Söyün' ün umurunda bile olmadı.
Yerden bitme baş redaktör, evde karısı yokmuş gibi sabah gazeteye ne haber yazacağını konuşuyordu:
-Ahh, her şey bir tarafa benim gül gibi manşetim elden gitti. Bak ne yazmıştım- yazacaktım yani: Köprüden kanatsız uçan şair. "Hayal gücüne  bak be! Hepsi elden gitti!
Muhbir Ebleh yazı odasının loş ışıklı köşesinde oturmuş, karanlığa bakıyordu. Bu haliyle faltaşı gibi açılmış  gözleriyle kalabalığı seyreden baykuşu andırıyordu. Sonra kararlı bir şekilde kalemi eline aldı:
- Aç insanlara ne versem değirmen gibi öğütecekler. Ne versem boş midelerini dolduracaklar. Bu da benim hizmetim olsun. Bir an yazmayı bırakıp hırıltılı şekilde güldü. - Hi- hi. İnsanlık beni unutmayacak.
Tərs Söyün' ün öldüğünü duyan Alkaş Yetim  ciddi ciddi ağıt yakıp, yas tutuyor, ağaca sarılıp ağlıyordu:
- Söyün, ay Söyün,  beni sarhoş sarhoş bırakıp nereye gittin?  Şimdi ben senin yerine şu ağaca sarılıp ağlayayım mı ha? Hiç olmazsa bir bardak içki ısmarlayıp gitseydin. Ya  biz çocukluk arkadaşı değil miyiz? Ah, Söyün ah!
Alkaş, bitkin düşüp ağacın dibine serilip yattığı vakit, şehir çoktan uykuya dalmıştı. Artık söylenecek söz kalmamıştı.
Sabahki gazetelerde köprüde yapılan röportaj yayınlanmıştı.Tərs Söyün' ün intihara teşvik edildiğine dikkat çeken yazar, bu provakasyonda bütün edebiyatçıların suçu olduğunu okurlarına inandırmak istiyordu. Ona göre bu adamların faaliyetlerinin sınırlandırılmasının, herkes için daha hayırlı olacağını vurguluyordu.
Yerden bitme baş redaktör ve ekibi makalenin müzakere edilmesinin bir işe yaramayacağını anlayıp boğazlarını ıslatmağa gittiler. Baş redaktörün içinde kara kanlar akarken, Akkaş Yetim kafenin yanındaki ağaca sarılmış hüngür hüngür ağlıyordu.
- Bu Yetim' e ele bu ağaç kalacak- yerden bitme selam vererek kafeden içeri girdi. Muhbir Ebleh ve diğerleri de selam verip baş redaktörün ardından girdiler.
Sokakları gözleri yuvalarından fırlamış insanlar basmıştı. Hepsi ne için dolaşıyordu ne arıyorlardı , "aradıklarının ne oldugunu" kendileri de bilmiyordu. Aslında ne lazım olduğunu tahmin ediyorlardı. Tahminen ekmek lazımdı ama artık bu da ikinci planda kalmıştı. Şimdi halkı ekmek de kurtarmazdı. Ekmek ak günler içindi. İnsanlarsa günün rengini bile çoktan unutmuşlardı.
Beyazı, maviyi, turuncuyu, pembeyi...Artık gökkuşağını gören de olmuyordu. Ne etseler göremiyorlardı. Artık insanların ruhlarını başka şeyler dinlendirebiliyordu.
Gün ortası, genç yazar Kamil Kelle' nin haberi yayıldı. O da intihar ediyordu, hem de çarşıda insanların içinde.
Söylentiye göre çarşıya et almaya gelen genç yazar her şeyin ateş pahasına olduğunu görünce kendisine kırmıştı. Artık onu hiç kimse kurtaramazdı. Zira bütün damarlarını kesmisti ve doktorların onu kurtarması çok zordu.
Televizyonlar kameralarıyla pazara akın ettiler. Gerçekten de görüntü dehşet vericiydi. Genç yazar  kollarını kaldırmış kan yukarıdan aşağı tuhaf bir aceleyle süzülüyordu. Sanki o da genç yazarın yoksul varlığını tez elden terketmek istiyordu.
Kamil Kelle tuhaf bir şekilde bakıyordu. Yüzünde azap, ağrı değil haz vardı. Sanki ağrı onu değil, o ağrıyı  acıtacaktı ve bunun seyrinin büyüsüne kapılmıştı. Kollarını ihtişamla kaldırmıştı. Damarlarında kan azaldıkça,  yüzü sararmak yerine sani daha çok cana geliyordu.
Son zamanlarda genç yazarın öyle  dikkat çeken bir yazısı yayınlanmamıştır. Böyle bir ölüm onun yazılarından bir örnek olarak görülebilirdi, belki de bununla parlayıp hafızalarda yer etmek istiyordu.
- " Görün bakın nasıl ölüyorum? Ya da ölebiliyorum?"- demektir bu. " Bu yazar öyle her zaman kendine vurgun olup"  ve devam etti yavaşça muhbir Ebleh - böylece ölümünü de gözümüzün içine sokarak, " nasıl güzel ölüyorum" demek istiyor.
Paxıl  İbiş dudaklarını şapırdattı. Belki de o hiç bir zaman böyle güzel ölemeyecek. Nerde onda bu hayal gücü? 
Paxıl İbiş , Kamil Kelle' nin par parlayan gözlerine bakıp  " Milletteki fantaziye bak ya”, diye düşündü.
Bu töreni izleyen emekdaşlarından biri gözlerinin yaşını silerek:
- Hayatını edebiyata adadı ama yolun sonunda gündeme gelebildi.
Televizyon yönetmeni bağırarak:
- Ey cemaat kenara çekilin engel oluyorsunuz, kameralar çekim yapamıyor!
Alnının terini silerek büyük bir gururla kalabalığı seyreden operatör:
- Son defa film çektigimde böyle kalabalık vardı.

Yazarın Diğer Yazıları