Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

TÜRKÇEMİZ- DR. SAMİ GÖKMEN

Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

  • 1068

14-15-Mayıs 2022 tarihlerinde Fethiye'de gerçekleştirilen 5. Uluslararası Akdeniz Kentleri Sanat Buluşmaları' nda Fethiye' nin değerli simalarından, eski milletvekili, TRT radyo programcısı Sami Gökmen üstadımızın etkinlikte sunduğu çok değerli bildiriyi bir kez de bu köşeden sizlerle paylaşmak istiyorum                                       

"TÜRKÇEMİZ
    Dr. Sami GÖKMEN

   Kökleri insanlık tarihinin derinliklerine kadar uzanan en eski bir dildir Türkçemiz. Orta Asya’da; “Takı taluy, Takı müren, Kün tuğ bolgıl kök kurıkan” ( Daha denizler, daha ırmaklar istiyoruz. Ülkemizin bayrağı güneş, çadırı gök kubbe olsun.) diyen Oğuz Kağan’ın sesinde duyuyoruz Türkçemizi. 
 Kötü yöneticiler yüzünden Çinlilere yenik düşen, delikanlıları köle, genç kızları cariye olan Göktürk’leri bu esaretten kurtaran, Moğolistan’da, Orhun Irmağı boylarında, dikili taşlarda Bilge Kağan’ın; “Türk-Oğuz beyleri, milletim işitin. Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini, töreni kim bozabilir? Ey Türk! Titre ve kendine dön!” sözlerinde duyuyoruz…
  Orhun ya da Göktürk kitabeleri tarihte Türkçe yazılan ilk kitabelerdir.
 Oğuz Türklerinin en eski destansı yaşantılarının anlatıldığı Dede Korkut Hikayelerinde, Kırgız Türklerinin gelenek, göreneklerinin, varoluş savaşlarının yer aldığı Manas Destanı’nda, Hakaniye Türkçesi’nin güçlü yazarı Yusuf  Has Hacib’in idealist devlet adamlarını işlediği Kutadgu Bilig’de, Kazakistanlı Türkmen şair Ahmed Yesevî’nin hikmetlerinde, “Dağlar ile taşlar ile seherlerde kuşlar ile çağırayım Mevlam seni.” diyen Anadolu Türklerinin büyük ozanı Yunus Emre’nin ilahilerinde gelişir, zenginleşir, güzelleşir Türkçemiz. 
 Kâşgarlı Mahmud, bu zengin dilimiz üzerinde derin araştırmalar yapmış, Türkçe sözcükleri Dîvânu Lugâti't-Türk’te toplamıştır. Türkçe yazılan ilk sözlüktür bu.
  Bu kadar uzak benliği olan dilimiz; fatihlerin orduları, uygar alışverişlerin yolu ile eski yeni dünyaları kaç boy dolaşmış, Asya’dan step bozkırlara, Avrupa’ya, Afrika’ya kadar geniş bir alanda kendi varlığından nice izler bırakmış.
   Bugün bile O’nun coğrafyası, her dilin çizemeyeceği çizgilerin çok ötesine aşmaktadır. O’nun her lehçesi bir diyarı yurt edinmiş, bir iklimi benimsemiş, orada kendinden olmayan dillere karşı göğüs geriyor. Birçok yerde okulsuz, bakımsız kalsa da halkın bağrında bir ruh zırhına bürünmüş olarak dipdiri yaşıyor. 
  Türkçemiz; 13. ve 20. yüzyıllar arasında Osmanlı döneminde hep hor görülmüş, okunmamış, okutturulmamıştır. Kendini Türk saymayan,  Türk’ü “etrak-i bî-idrak” (beyinsiz) diye aşağılayan Osmanlı Sultanları, Türkçe yerine Arapça, Farsça kısmen de Türkçe karışımı Osmanlıca denen uydurma bir dil kullanmıştır.
  Türk Dili’ni, Türk Kültürünü unutturmaya çalışmıştır. Arap’ın aruz vezniyle şiir yazan divan şairlerini sarayda beslemiş, halkın bağrından çıkıp gelen, halk ozanlarını; “Yaradılanı hoş gör yaradandan ötürü” diyen Yunus Emre’yi, “Ben bağrımı toprak sandım, taş imiş. Meğer taşa tohum ekilmez imiş.” diyen Everekli Seyrani’yi, “Bir deli gönlüm var güzelden geçmez ne güzele doymaz gözüm var benim” diyen güzeller ozanı Karacaoğlan’ı, Bolu Beyi’ne kafa tutan Köroğlu’nu görmezden gelmiştir, yok saymıştır. “Bir güzelin aşığıyım erenler. Onun için taşa tutar el beni.” diyen aşkın ve isyanın ozanı Pir Sultan’ı Sivas’ta idam ettirmiştir. Hakkında padişahın ölüm fermanı olan Dadaloğlu; “Ferman padişahın dağlar bizimdir.” demiş çıkmış özgür dağlara, oralarda yaşamıştır.
  Türk kültürü, Türk dili kuşaktan kuşağa, gönülden gönüle, dillerden dillere sazla sözle aktarılarak halkın gönlünde yaşayagelmiştir. 
  Cumhuriyetimizin kurulduğu daha ilk yıllarda Mustafa Kemal Atatürk “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı âtinin ufuklarında yeni bir güneş gibi doğacaktır. Ne mutlu Türk'üm diyene!” sözleriyle Türklüğe, Türk kültürüne, Türk diline sahip çıkmıştır. Türkçemizin derinliğine öğrenilmesi için Dil Tarih Coğrafya Fakültesini, Edebiyat Fakültelerini açmış, Türk Dil Kurumu’nu kurmuştur. Yerli ve yabancı ünlü Türk Dili bilginlerini bu çatı altında toplamış, dilimizin ve kültürümüzün derinliklerine ulaşan bilimsel araştırmalara öncülük etmiştir. Bu bilimsel araştırmalar sonucunda özellikle Hattuşaş ve Mezopotamya’da yapılan kazılarda Türkçe sözcüklerin yer aldığı tabletlere rastlanmıştır.
 Güneş Dil Teorisi, bizzat Atatürk tarafından bu araştırma ve bulgulara dayanarak ortaya atılmıştır. Karşı çıkanlar olsa da Türkçemizin bütün dillerin atası olduğu gerçeğini hiçbir çaba gölgeleyemez. 
  1932 yılında toplanan Türk Dil Kurultayı’na Atatürk bizzat katılmış, Türkçemiz’in tarihsel gelişimi, kökenleri ve zenginliği ile öğrenilmesi, öğretilmesi, dünyaya tanıtılmasına öncülük etmiştir. 
  Ünlü dil bilgini Ruşen Eşref Ünaydın’ın okuduğu Türk Dil Kurultayı Bildirgesi şu sözlerle biter: “Türkçemiz; devlet kuranların dili, yurt yapı kuranların dili. Ülkeler gibi, denizleri de şanla şerefle aşanların dili, toprağı işleyen, beyinleri uyandıranların dili, sızıların dili, sevgilerin dili. Türkçemiz; analarımızın dili, ana dil, diller güzeli. Yerine göre kılıçtan keskin, çelikten sert, kayadan sarp, boradan hızlı, kelebekten uçucu, çiçekten renkli, kokudan tatlı, altından parlak, sudan duru Türkçe… Ey bizden daha genç olanlar! Bu dille sizler ne mutlu bizlerden çok daha güzel konuşacaksınız.”
  Bu “sizler” sözü tüm Türk ulusları içindir. Bu köklü dilimizi bugün ayrı devlet, ayrı bayrak altında değişik lehçelerle konuşuyoruz. Türkler olarak birbirimizi tam anlayamıyoruz.
 Bugün özellikle Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde soydaşlarımızla karşılaştığımızda birbirimizi “ayrı devlet, bir millet” diye selamlıyoruz. Türkler, aynı devlette, aynı bayrak altında birgün belki mutlaka toplanacaktır. Hatta, Türkçülüğün esaslarını çok iyi inceleyen Türk bilgini Ziya Gökalp “vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan. Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.” der. Kimbilir, belki birgün Turan ülküsü gerçekleşir, Türklerin tek vatanı olabilir.
 Ama bugün en çok konuştuğumuz “Tek millet” sözünün mutlaka gerçekleşmesi gerekir. Milletleri millet yapan, millet olarak yaşatan en büyük etken dildir. Dilbirliği olmadan millet olunmaz. 
  Türk Devletleri yöneticilerine, bilim adamlarına, Türk şair ve yazarlarına önemli bir görev düşüyor: Türkçemizin büyük kollarını birleştirmek. 
Gün, köklerinden kopmadan, özüne bağlı kalarak büyük lehçeleri tek bir  lehçede birleştirme, bir alfabede toplama günüdür.
  Tek alfabe ile tek dili konuşan büyük Türk Milleti…
   İnanın, dünya o zaman başka bir dünya olacaktır. Bu mümkündür. Kimbilir belki yarın, belki yarından da yakın."
 

Yazarın Diğer Yazıları