Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

REKLAMLAR VE YABANCILAŞMA

Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

  • 1128

Yabancılaşmanın önemli göstergelerinden biri de reklamların etkisine kapılan insanların hiç de ihtiyaçları olmadığı halde kendilerini reklamı yapılan malı almış bulunma gafletidir. Gafleti diyorum çünkü bir müddet geçtikten sonra aldıkları nesnenin hiç de öyle kendisine aman aman gerek bir şey olmadığını öğrenip ahlar vahlar etmektedirler. Aşırı derecede mal alma heveslisi insanlar vardır. Birşeyler aldıkça rahatlayan, tükettikçe ve para harcadıkça rahatlayan insanlar yani!.. Bir de reklamların yönlendirmesiyle harcamaya heveslendirilen ve aldıkça, harcadıkça mutlu olacağına inandırılan insanlar. Alacağı ürünün ona çok gerek olup olmadığı önemli değildir. Öyle bir imaj yaratılır ki izleyici bu reklamı yapılan malı aldığında karizması yükselecek, sükse yapacak ve herkesi kendisine gıpta ettirecek , ve de en önemlisi eşi dostu kıskandırıp çatır çatır çatlatacaktır. Bu sözler elbetteki herkes için geçerli değildir. Özellikle gösterişe düşkün olmayan; yemede içmede israfa kaçmayan , nefsini terbiye etmiş insanlar için çok da bir anlam ifade etmez çikolata, bisküvi,sucuk mucuk reklamları. Moda kıyafetler hiç ilgilendirmeyecektir onları; zira yaz da olsa kış da olsa bütün mankenlerin üzerinde sergilenen giyecek mayo ve iç çamaşırı oluyor ,her nasıl oluyorsa!... Giyimde de yani, temiz ve bakımlı ama lükse kaçmayan ve marka meraklısı olmayanlar için pek inandırıcı gelmez reklamlarda vaadedilen olası mutlu yaşamlar. Ne kadar çok bedensel gereksinim yaratırsanız ,o kadar bağımlı hale gelirsiniz. Doğal gereksinimleri tatminde aşırıya kaçıldığı zaman öyle bir an gelir ki artık o isteği tatmin etmek için daha çok harcamak ve daha değişik yollar denemek zorunda kalırsınız. Çünkü istekler doğal durumundan çıkartılıp psikolojik bir hastalığa bürünürse, artık o isteği her tatmin ediş daha yüksek boyuttaki bir tatminsizliğe gebe hale gelir ve bunalıma yol açar, sonu nereye varacağı bilinmez artık!.. Okuyan, yazan, düşünen ve mutluluğu insanın tinsel yanının geliştirilmesinde bulan çok sayıda insan ,yabancılaşmanın tuzağına düşmüyor ve insanca bir yaşamı bilinçli şekilde oluşturup çoğaltarak, hiç olmazsa kendilerini olabildiğince korumaya çalışıyorlar. Hangi görüşte olursa olsunlar her kesim içinde bu bilinçli insanların olduğuna tanık oluyoruz. Bir de inanan insanlarımız var. Dindar insanlarımız. Çoğu zaman oruç tutarak, yeme içmeyi en aza indirgeyen; bir iki elbiseyle idare eden, gösteriş için yaşamadığı için bu yolda da aşırı harcama yapmayan insanlarımız var. Üstelik lüksü, gösterişi, israfı günah sayan insanlarımız var. Öyle zannediyorum ki yukarıda sözünü ettiğimiz yabancılaşmanın etkisinden en uzak kalan insanlardır bunlar. Çünkü doğal gereksinimlerini bile en alt düzeyde karşılayan insanın, psikolojik gereksinimlere kapılacak bir duruma düşmeleri beklenemez. Bu nedenle de bedensel isteklere boyun eğmedikleri için ve tam tersine onları olabildiğince köreltme yoluna gittiklerinden; yabancılaşmanın kendine yaşama alanı bulduğu bedensel arzular, zevkler, kıskandırmalar gibi ortamı bunlarda bulamayacağından; yabancılaşmanın "y" sinden bile sözedilmemesi gerekir diye düşünüyorum. Düşünüyorum düşünmesine de; bana ulaşan bazı edebiyat dergilerinde din olgusunun" insan türünün tarihsel süreç içerisinde kendisine yabancılaşması" olarak sayılan kurumlar içerisinde yer almasına bir anlam veremiyorum. Oysa biz kendi yaşam pratiğimizdeki insanların yaşamlarına bakıp ondan sonra yargılara varmalıyız. Başka toplumların yaşam pratiğinden elde edilen yargıların , kendi toplumumuz insanına ve kurumlarına getirilip provasız giydirilmesi aslında bilimselliğe de ters düşer. Çünkü başlıbaşına bir önyargıdır bu. Kısaca demek istediğim şudur: Yabancılaşmadan en az etkilenen insanların, malda mülkde gözü olmayan ve bu dünyaya da kazık çakmaya gelmediği bilinciyle yaşayan insanlar olduğuna inanıyorum. Ayrıca dünya malına fazla önem vermediklerinden dolayı da, birbirlerine karşı olan ilişkileri de insani ilişkiler olup zenginlik ve makama göre değildir, hiç değilse öyle olmalıdır.Yani kullandıkları eşyanın markasına göre ilişki kurmazlar çoğunlukla birbirleriyle. Çünkü günahtır nesne aracılığıyla ilişki kurma, hatta şirke bile götürür insanı. Ama ne var ki onları, bu yabancılaşmaya karşı durmaya davet eden inançlarının, nasıl olup da yabancılaşmış bir üstyapı kurumu olarak nitelendirildiğini bu yaşıma kadar anlamadım , sanırım anlayamayacağım da!..

Yazarın Diğer Yazıları