Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

KÜF KOKUYOR YAŞAMDAN GELMEYEN ŞİİR!

Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

  • 3709

Ben kitap okumayı severim. Okumadan geçen bir günü ziyan olarak görürüm. Okumayı bu kadar sevmeme karşın, bütün hayatımı okumayla geçirmem. Yeteri kadar. Her şeyi tadında bırakmalı. Eski bir öğretinin bize önerdiği gibi, her şeye vakit ayırmak lazım. Okumaya vakit ayır, düşünmeye vakit ayır, ibadete vakit ayır, gezmeye tozmaya, eğlenmeye, dostlarla sohbete, ailene, çalışmaya ve daha bir sürü şeye vakit ayırmak lazım. Herkesin tercihi başka başka. Ne yaparsan yap, yaşamı ıskalama. İçine yaşamdan bir tutam koyamadığın şey her zaman ölü olacaktır, küf kokacaktır. Şair ve yazarlar için de aynı şeyi düşünürüm. Şair olacaksan, önce doğuştan gelme bir şair yeteneğin olacak. Bu olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Bu yetenek yoksa, ömür boyu şiire bulansan da, gelebileceğin en yüksek rütbe, Cevdet KUDRET’in de dediği gibi Edebiyat Memuru rütbesidir. Daha sonra da, bu şairlik yeteneğiyle donanmış olan şair, gelenek dediğimiz, geçmişten bu yana belli başlı şairleri tanımak ve onların şiirlerini okumak zorundadır. Ne kadar çok şair ve şiire ulaşılır ve tanınıp bilinirse, gelenek de o denli özümsenmiş, içselleştirilmiş olur. Kendinden önceki şiiri kendi özünde eriten şair, bu aşamadan sonra kendi altyapısını oluşturmuş olur ve artık kendi sesini bulmanın yollarını aramaya başlar. Yani şairlik şimdi başlamış olmaktadır. Sağlam altyapısıyla şair, yaşamın içine derinlemesine dalmış olmalıdır. Buradan da görüleceği üzere dünyanın kitabını, şiirini okumakla şair olunmuyor. Şairlik, bu donanıma sahip olmak koşuluyla, yaşamın içinde aranıyor. Yeteri kadar okuyup, yeteri kadar yaşama dalmak gerekiyor. İyi şairler, doğuştan gelme şairlik yeteneklerinin üzerine gelenek bilgisini koyarak, yaşamın ortasına balıklama dalan ve onu derinlemesine yaşayanlardan çıkmıştır her zaman. Her şeyden önce halkın içinde olacaksın. Fakiriyle zenginiyle, işçisiyle köylüsüyle birlikte yaşayacaksın. Gerektiğinde dibe vuracaksın. Sonra en tepelerde dolaşacaksın. Bütün duyguları, tepkileri, düşünceleri yaşayarak edineceksin. Bir şairin kendisinin yaşayarak duyduğu duygularla, kitaplardan aktarılan duygular hiçbir zaman aynı olamaz. Bunun için de çok kitap okuyarak geleneği elde etmenin üzerine, yaşamı da kitaptan öğrenmek gereksizdir hatta zarar vericidir. Yaşam ancak yaşanarak öğrenilir. Şair okuyarak edindiği derin bilgileri yaşamın içinde test ede ede kendinin kılmak zorundadır. Kendinin olmayan, sadece okuyarak edindiğin bilgiler yaşamın taze havasını vermediğinden küf kokacaktır her zaman. Sadece kitaplardan öğrenilen yaşamlarla yazılan şiirleri de her zaman suni bulmuşumdur. Hani arının önüne konulan şekerden elde edilen sahte bala benzetirim. Hazırloptur bunlar. Biraz sakal, başında bir yana yatmış şapka, ağzında bir pipo, yanında karşı cinsten birileri ya da bazılarında olduğu gibi aynı cinsten birileri, akşama kadar cafelerde sünepe sünepe oturmakla şair olunmuyor. Yazdıkları şiirler de işte o kadar oluyor. Kendilerine göre bir kuş dili yaratıp kendi aralarında anlaşabiliyorlar sadece. Oysa halkın sevdiği şairler böyle şeker balı yapan arılar gibi olan şairler değil, kendini doğanın içine bırakmış binlerce çiçeğe konarak, gece gündüz bal yapmak için koşturan arılar gibidirler. Yaşamın içinden, doğanın içinden geldikleri için şiirleri de yaşamın kendisi olacak ve iyi arıların yaptığı bal nasıl asla kokmuyorsa, bu şairlerin şiirleri de hep taze taze hayat kokacaktır. Yaşamın içinden gelmeyen şiirleri okuduğumda içimi bir sıkıntı basıyor ve şiirin sonuna gelmeden sayfayı çeviriyorum sonra da kitabı kaldırıp yeniden rafa koyuyorum. Biçimi ne kadar güzel de olsa, ruhsuz geliyor bu şiirler. Ruhu olmayan şiir de sarmıyor beni bir türlü…

Yazarın Diğer Yazıları