Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

Hediyye ŞEFAKAT- AZERBAYCAN

Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

  • 1770

KURBAN
İki kişi kalabalığın önünde duruyordu:Kadın ve Erkek.
Kadının gözlerine Erkeğin resmi sinmiş, Erkeğin gözlerine Kadının.Bu öyle bir sinme ki onlar yüz yüze, göz göze olmadıkları zamanda bile o resim yansımakta devam eder, görenler  Erkeğin gözlerinde Kadının, Kadının gözlerinde Erkeğin baktığını  görürlerdi...
Sonsuz gökyüzü yansımakta ikisinin de gözlerinden.
Dupduru gözyaşları Kadının yanaklarından akarak toprağın göğsüne ok gibi sancılmakta.
Bembeyaz çiçekler  filizlendi gözyaşlarının düştüğü yerlerde. O bembeyaz çiçeklerin de gözlerinde gökyüzü belirmekte...
Kadının elini bırakmadı Erkek, onun güçlü ellerini hissettikçe Kadının zarif parmakları rahatladı. Elinde hissettiği hüzur kalbine doldu, göğsü körük gibi kalktı indi, oysa korkuyu unutmuşcasına rahat görünüyordu...
Kalabalık, kara bir gölge gibi  masmavi denizin kıyısını kapladı.
Bir bulut değildir ama şu Kalabalık, yerinden kımıldayamaya niyeti dahi yoktu....
Kadının yanaklarından akmakta olan gözyaşları bembeyaz çiçeklere dönüşüyordu toprağa düşünce.
Erkeğin elleri Kadının parmaklarını sımsıkı tutuyordu....
**
Tanrı Mekana öfkeli.... 
Rüzgarlar fırtınaya, sular sellere  dönmüş, ekinler mahvolmuş, avlanacak ormanlar geçit vermez ormanlığa dönüşmüş...
-Tanrımız kurban istiyor!
İhtiyarlar şöyle bir karar aldılar... En güzel şeyler Tanrının hakkıdır.Tanrı güzellikleri sever....
Mekanın gözü ona, Mekanın en güzel Kadınına  çevrildi. Bir Erkeğin kurban edilişi, Mekan Mekan olalı ne görülmüş, ne de duyulmuştu. Bu herkese zaten bellidir. Ne efsanelerde, ne türkülerde, ne ağıtlarda, ne ninnilerde geçerdi böyle bir olay... Geçerdi ya olmuş olsaydı....
**
- Tanr`ının kendi  için yaratmış  olduğu Kadını biz, Erkeğe teslim etmekle Tanrıya ihanet ederek onu kızdırmışız, şimdi günahlarımızı affettirme zamanıdır!-söyledi İhtiyarlar. Aksaçlı nineler de buna rıza gösterip kafalarını indirerek tebessüm ettiler,  karşılıklı bakıştılar, dokunuştular.
Öylece sustu Kadın... Ne söyleyecekti ki? Siyah gözlerini kaldırıp mahzun mahzun Erkeğin yüzüne baktı... Erkeğe karşı gelemezdi Kadın.... Erkek İhtiyarlara karşı gelemezdi...İhtiyarlar Tanrıya karşı gelemezdi...
Tanrı Kadını kendine geri istiyordu.... 
Artıq karar  alındı....
**
Deniz dalgalanmakta, köpük-köpük, kıyıya vurarak gerisin geri gelmekte. Kalabalık, denizin dilinden anlıyormuş gibi şöyle söylediğini zannediyordu:
“Onu verin, onu verin, onu verin”  
Önce gökyüzünü kara mı kara bulutlar kapladı. Masmavi gökyüzünün  Kadının gözlerindeki yansıması kara mı kara örtülerin altında görünmez oldu, Erkeğin gözlerindeki masmavi gökyüzünün ortasında bembeyaz çiçek gibi  beliren Kadının üzerine simsiyah bir gölge indi. 
**
Aylar önce tahta kurulup oturmuş  İhtiyarlar  törene katılarak kalabalğın önünde Kadınla Erkeğin  nikahını kıymışlardı. Mekanın orta yerindeki ocağın  başında  onları sevgi makamına oturtarak kafalarına  ak beyaz çiçeklerden yapılmış çelenk   takmışlardı...
Kalabalığın karşısında, Mekanın önünde Erkek Kadına  bir söz vermiş, vaadde bulunmuştu yüzünü göklere tutuarak “Gök hakkı için!” söylemiş, sonra toprağa bakarak “Toprağa yemin olsun ki!” diyerek onu kimselere vermeyeceğine  yemin etmişti.   
**
Herkes susup duruyordu. Sadece deniz usanmadan yorulmadan kıyıya vuruyordu:
“Verin onu....Verin onu...Verin onu...”
Herkes sevinçliydi umutluydu. Herkes gökyüzünün  gazabından  kurtularak  rahatca bir soluk almak istiyordu. Herkesin acelesi vardı.  
Kadınla Erkek yüzü denize dönük duruyorlardı. Erkek Tanrıya inanırken, Kadın kocasına inanmakta. 
**
Her zamanki gibi  Tanrı susuyor, her zamanki gibi hayret ediyor, her zamanki gibi hüzünleniyordu. Mekan hep yaptığını yaparak “O”nun yerine karar alıyordu.
Tanrı Erkeğin duasını beklerken.... Kadın Erkeğe yenik.....
Tanrı onların kaderinin şu yeni aşamasını deftere henüz yazmış, daha mürekkebi bile kurumamış.... 
Erkek Mekana, Tanrının sözcüsü olduğu  zannedilen İhtiyarlara, Kaderine boyun eğmiş, ama Kadından da vazgeçmemişti....
İhtiyarlardan biri kesinleştirmek isteyerek Erkeğe dönüp bir daha söyledi:
“ Sen gitmesen olmaz mı? Sana başka kadın bulunur, yalnız kalacağından endişe etmeyesin. Ölümü kendine yakıştırma.”
“Ölüm mü?” Erkek düşündü. Kadının gidişi Kurban olmakken, Erkeğin  gidişi ölüm mü sayılacaktı?
  İhtiyarlara ansızın keskin bir bakış atarak bir an sonra bakışlarını hemen Kalabalığa yöneltti, sonra da  gözlerini çevirip Kalabalığın  başı üzerinden tepesi  karlarla kaplı uzak  dağlara  dikkat etti. Kadının elinde tuttuğu elini öyle sıktı ki acı ve sızı kadının  tüm vücudunu dolaşarak gerisin geri onun  kendi vücuduna  döndü.
“Onunla gideceğim....”
İhtiyarlar kafalarını salladılar, Erkek Mekanın en  kuvvetli, en güçlü, en akıllı savaşcısı, korucusu, savunucusuydu. Buna rağmen onun dileğine “Hayır” diyemezlerdi.
Davullar vuruldu. Erkek elini yüreğinin üstüne koyarak İhtiyarların önünde baş eğdi:
“Benim bir dileğim daha var...”
Davullar sustu. İhtiyarlar “Söyle” dediler.
“Sussunlar”
İhtiyar el işareti yaptı:
“Susun!”
Tanrı gülümsedi. Erkek Tanrıyı şaşırtıyordu. İnsanlar onu ne tanır, ne de hissederlerdi. İhtiraslarına yenilerek körü körüne kurdukları oyunun içinde kaybolmuş, bu oyunun hem oyuncusuna, hem de seyircisine  dönüşmüşlerdi. Tanrı beklemekteydi. Kadınla Erkeğin  şu şekilde el-ele Sulara gömüleceğini bekliyordu. O biliyordu..... 
Yer yüzü daha Kadının  Mekanı değildir....
Kalabalık, uzun saçlarının sulara gömülerek Mekanın en güzel Kadınının ne zaman yok olacağını bekleyen genç kadınların, uykusunda bile elini eline dokundurmaya  cesaret edemeyen genç erkeklerin, Tanrı'nın  vekili olduğunu  iddia eden  İhtiyarların, maziden bu güne içlerinde boğulmuş  özgürlüklerinin  öcünü alma hayalini kalbinde  saklayan aksaçlı ninelerin bastırılmış öfkeleri bayram  sevinci yaşamakta....
Erkek Kadınla yüz yüze durdu. Kadın elini tutmuş şu eli kaldırarak dudaklarına dokundurdu, kafasını eğerek  Erkeğin göğsüne yasladı. Erkek onu kendine çekti, sonra  bir az  geriye çekilerek dudaklarını onun alnına dokundurdu.
Deniz susuyordu:    
“Gelin. Gelin. Gelin....”
Mekan susuyordu:
“Gidin. Gidin. Gidin...”
Kadınla Erkek aynı anda  sessiz adımlarla ilerlerken sulara dokundular, Kadının gözyaşları  akarak  sularda çiçekler açıyordu.
Tanrı bakıyordu....
Erkek iri yarı. Kadın ufak-tefek, erkeğin omuzuna ancak ulaşıyordu, Sularda yürüdükçe Kadın daha da çabuk eriyerek kayboluyor, daha çabuk gömülüyordu sulara.
Sonunda  orada o yerde sulara yayılarak gelin duvağı gibi dalgalanan saçlarının arkasında,  Kadının  önce omuzlarının, sonra boynunun, sonra kafasının kaybolduğu o yerde Erkek elinin Kadının elinden koptuğunu hissetti...
Durdu, ayakları suların dibinde toprağa dokundu. Kafasını  çevirip geriye kıyıya bir bakış attı, Kalabalık siyah bir  dalga gibi  olduğu  yerinde kala kalmış bekliyordu....
Erkek kara dalgaların arasındaki  kendine benzer erkeklerin gözlerindeki  pırıltıyı ve  silahlarındaki  zaferi, genç kadınların göğsünden kopan  feryadı ve ihtirası, İhtiyarların  gizli  gülümseyişlerini ve  memnuniyetini, ak saçlı ninelerin yeni bir efsane uyduran  dudaklarının kımıldayışını hissetti.
Yamacına, karşıya, sulara baktı, denizin dalgaları  Kadının saçlarını alıp götürmüştü.
Önce bir adım attı, sonra ikinciyi, sonra üçüncüyü....
Sonra  ayaklarını  Suların kıskacından çekip çıkararak  geriye, Kıyıya  doğru  koşmaya başladı....
Kıyıdaki  siyah dalga canlanarak hareketlendi. O anda erkeğin  gözlerinde  simsiyah  Kuyu  yansımaktadır....
Şubat 2016
Türkçeleştiren Ayişe Nebi
 

Yazarın Diğer Yazıları