BİR TASAVVUF EHLİ' NİN 'HAL' YOLCULUĞUNDAN NOTLAR*
Coşkun Karabulut / Kültür Sanat
- 339
Okuduğum bir kitaptan aldığım notları sizlerle paylasayım istedim. Aşağıda ismini yazdığım kitabı internetten PDF olarak indirip okudum. Okumak isteyen olursa internetten indirebilir.
Şimdi aldığım notlara bakalım:
( Ben "hep"im ya da "hiç"im. Ben "hiç"im ya da "hep"im. Zaten "hiç" ve "hep" aynıdır, tek şeydir. Fakat cahil insanlar aynı şeyi iki farklı isimle anıyorlar.
Çok tuhaf! "Var" ile "yok" eşit olur mu? Meselâ, ben şimdi "var"ım. Fakat yarın "yok" olacağım. Bu iki durum arasında fark yok mu? dedim. Deli başını çevirdi ve kahkahayı patlattı: -Vay! Sen "var"sın ha! Acaba "var" mısın? dedi. Bu soruyu kendime pek çok defa sormuştum. Bu soru sığ bir bakış açısıyla ele alındığında anlamsız ve dalga geçilmeyi hak et- miş bir bir soru olarak görünebilir. Fakat böyle değildir. Eğer "var" isem niçin "yok" olacağım? Yok olmayacaksam, ruhum ebediyyen mi kalacak?.. İşte, şüphe ejderhasının şaha kalktığı kısım, denklemin bu son kısmıydı. Ruhum ebedî kalacak mı? Ruh nedir? Bizzat ken- disi, hissetme kabiliyetine sahip midir? Hüviyetini bilebilir mi?
Eğer ruh diye birşey varsa, bedenden ayrıldığında nasıl bir du- rumda bulunacak?
İşte, cevapsız bir sürü soru... Deli ilâve etti:
-Yalnızca ben "var"ım.,Çünkü "hiç"im ve "yok"um. Varlığım mutlaktır. Yokluk, bağımlı olan için vardır. Mutlak "varlık" tır, "var"dır.
***** Sultanım! Sen, viranede gömülü bir hazinesin. Ben ise felse- feye susamış bir avareyim. Lütfen, ilminizden istifade etmeme izin verin. Verin elinizi öpeyim. Büyük bir şaşkınlıkla: -El öpmek?.. Niçin? dedi. İstersen konuşalım. Fakat konuş- maktan ne çıkar ki! Kim bilir şimdiye kadar kaç merkep yükü ki- tap okudun. Fakat bunlardan ne anladın? Hiç, değil mi? İnsanlar neyi bilirler? Zevk ve bencilliklerinin arzuladığı sanatsal birta- kım şeyleri... Fakat hak ve hakikat hususunda ne bilirler? Hiç!
Akıl yoluyla hakkı bulmak mümkündür. Fakat bilmek, anlamak mümkün mü? Ne konuşalım? Harfleri bir araya getirerek hikmet bilinebilir mi?
Bize gök kazanından ısı geldiği; gece ile gündüz sıcaklıkları- nın farklı olması ve de mevsimlerin durumuyla sabittir. -Peki, gök kazanının kaç kulpu vardır?
Bu önemli soruya Tonton cevap veremedi. Tonton dedi ki:
-Susuyorsunuz. İşte ben, sizin bilmediğiniz bu sırrı keşfettim. O kocaman gök kazanının tam yedi yüz altmış sekiz buçuk kul- pu vardır.
Artık sabrım tükenmişti. Kendimi tutamadım. Güneşe "Gök Kazanı" adını verip, onu nefesle kaynatmak, ona yedi yüz altmış sekiz buçuk adet kulp takmak ve bunları ilim saymak gibi saçma- lıklara dayanamayıp, kahkahayı patlattım. Fakat bizim kahkaha onların birlerce senedir beklediği semavî ses hükmünde oldu- ğundan, bu kahkaha Tantan'ın haklı ve ilminin gerçek olduğuna bir işaret sayıldı. Kahkahayı işitince kendilerine özgü birtakım ibadetlere başladılar. Başta Tantan ve Tonton olmak üzere hepsi dört ayaklı olup, zıplamaya başladı.
Kahkahalarla uyandım. Karşımda Aynalı'nın güleç yüzünü gördüm. -Bu kamil kişilerin mukayesesine ve bu âlimlerin fikirlerinin tazeliğine ne diyorsun? işte eşyanın hakikatine nispetle, insanla- rın ilmi, Tantan'ın keşfine benzer. Bu, kıyamete kadar da böyle olacaktır. Çünkü insanların gözü, hakikati görme noktasında ar- pacık soğanına benzer, dedi.
İşte bu, insanın âlemin özü olduğuna; gerçek yaratıcı ile maddî ve manevî bağlarının bulunduğuna en büyük delildir. )
*Filibeli Ahmet Hilmi " Amak- ı Hayal"
*