ATİLLA DUYAR

KISACA EGE ADALARI'NIN STATÜSÜ VE SİLAHLANDIRILMASI SORUNU

ATİLLA DUYAR

  • 651

Ege'deki Yunan adalarının Yunanistan'a devredilirken statülerini belirleyen 1923 Lozan ve 1947 Paris antlaşmalarıyla adaların silahlandırılmamaları şart koşulmuştu.
Lozan görüşmelerinde bu şartı koşan ilk Türkiye olmuştu. Talebe gerekçe olarak da savaştan yeni çıkmış Türkiye'nin Yunan ordusunun bozgunuyla sonuçlanan "1919-1922 Anadolu seferinin tekrarlanması olasılığının önlenmesi" gösterilmiş ve Yunanistan bu şartı kabul etmişti.

1947 Paris Antlaşması ise İkinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkan ülkeler arasında imzalandı. Türkiye anlaşmaya taraf ülkelerden değildir.

Bu antlaşma ile savaşta yenik düşen dönemin faşist  İtalyası'nın  işgali altında bulunan adalar, savaş galibi ülkeler arasında yer alan Yunanistan'a yeniden devredildi.

Bu kez dönemin Sovyetler Birliği, Yunan adalarının "silahsızlandırılması, adalarda askeri üs kurulmaması" şartını getirdi. Moskova, "Sovyet savaş gemilerinin Ege'deki sefer güvenliği için bunun gerekli olduğunu" savundu.

Ege'deki Yunan adalarının silahsızlandırılma şartları Yunanistan tarafından kabul edildi. Kıbrıs'ta 1963 ve 1964'te çıkan çatışmalara kadar Atina buna sadık kaldı.

Türkiye'nin 20 Temmuz 1974'te başladığı ve "Kıbrıs Barış Harekâtı" olarak duyurduğu askeri operasyon sonrası, "olası bir Türk-Yunan savaşından" endişe duyan dönemin Atina'da yönetimdeki, Albaylar Cuntası, Türkiye kıyılarına yakın tüm adalara asker yığmaya başladı.
Türkiye ve Yunanistan son dönemde kendi tezleriyle ilgili olarak BM'ye mektuplar gönderdi.
Yunanistan'da uzmanlar, Ege Adaları'yla ilgili sert söylemlerin "sahaya yansımasından" endişe duymaktadır. 

BİZİM  YANİ  TÜRKİYENİN  KONUYA  YAKLAŞIMI  NEDİR?
Türkiye, Doğu Ege Adaları’nı silahlandırmaya başlaması üzerine ilk olarak 29 Haziran 1964’te Yunanistan’a bir nota göndererek, Rodos ve İstanköy’de yapıldığı saptanan tahkimatların ilgili uluslararası antlaşmalara aykırı olduğunu ve bu eylemlere son verilmesi gerektiğini bildirmiştir. Bu nota karşısında Yunanistan, Temmuz 1964’te verdiği cevabi notada, antlaşmalara uyduğunu ve söz konusu adalarda tahkimat yapmadığını ifade etmiştir.
O yıllardan bugüne Türkiye, uluslararası antlaşmalara aykırı olarak Doğu Ege Adaları’nın Yunanistan tarafından silahlandırılmasına karşı çıkmış, yaptığı resmi yazışmalarda ve açıklamalarda ilgili hukuki gerekçeleri de ortaya koymuştur.
Bunlar arasında temel hukuki argüman, yürürlükte oldukları konusunda bir şüphe bulunmayan hem Lozan Barış Antlaşması’nın 12. maddesine hem de Paris Barış Antlaşması’nın 14. maddesine göre bu adalarda, güvenliği sağlayacak kolluk güçleri dışında asker ve tahkimat bulundurulmasının yasak olduğudur. Ayrıca Türkiye, hiçbir faaliyetinin Ege Adaları’nın güvenliğine yönelik tehdit oluşturmadığını, Ege Ordusu ve Ege Denizi’ndeki diğer bütün faaliyetlerin Türkiye’nin, uluslararası antlaşmalar ve uluslararası hukukun diğer kuralları ile tanınmış haklarını kullanılmasından ibaret olduğunu ifade etmektedir.
Türkiye, son zamanlarda, Yunanistan’ın yukarıda belirtilen bütün itirazları ve tepkileri dikkate almaması ve silahlandırma faaliyetlerini artırarak devam ettirmesi üzerine, bu ihlallerin oluşturduğu durumun bazı hukuki sonuçlara yol açacağını açıklama yoluna gitmiştir.
Türkiye’nin yakın dönemde yaptığı resmi açıklamaları ve yaklaşımları, Yunanistan’ın silahlandırma eylemlerinin, Lozan Antlaşması’nın adalara dair hükümlerinin “esaslı ihlalini” (material breach) oluşturduğu yönündedir. Bu durumda Türkiye, Lozan Barış Antlaşması’nın adalar üzerindeki egemenliğe dair hükümlerinin sona erdiğini iddia etme hakkına sahip olduğunu beyan etmektedir.
 Sonuç   olarak;
Türkiye ve Yunanistan’ın hukuki argümanları ve güncel gelişmeler bağlamında yapılan hukuki değerlendirmeler bazı önemli hususları ortaya koymaktadır.
Öncelikle, Türkiye’nin faaliyetlerinin adaların güvenliğini tehdit ettiği ve bu nedenle Yunanistan’ın meşru müdafaa hakkı bağlamında adaları silahlandırma hakkının bulunduğu iddiası, meşru müdafaa hakkının tanımı ile uyuşmamaktadır.
 Uluslararası hukukta meşru müdafaa hakkı, muhtemel gelişmelerden ziyade mevcut bir saldırıya bağlı olarak tanımlanmış bir haktır. Bu bağlamda Yunanistan, Türkiye’nin bir nevi rutin sayılabilecek faaliyetlerini “saldırılar” olarak niteleyerek, adaları “savunmak” gerekçesi ile silahlandırması, hukuken meşru müdafaa hakkına dayandırılamaz.
İkinci olarak, Türkiye ve Yunanistan’ın NATO ittifakı içerisinde bulunmaları, bu ülkelerin güvenlik ve savunma unsurlarını birleştirdikleri anlamına gelmediğinden, hatta tam tersine NATO üyesi bulundukları durumda dahi silahlı güçlerinin karşı karşıya gelebilmesinden dolayı, Türkiye’nin Yunan adalarından kaynaklı güvenlik risklerinin kesin olarak ortadan kaldırıldığı söylenemez. Topyekûn bir savaş dışındaki dönemlerde de bu adaların, yakınlıkları dolayısı ile askeri dinleme, askeri caydırıcılık ve gelişen teknoloji ile dijital müdahalelere zemin oluşturarak Türkiye’nin güvenliğine tehdit oluşturabildikleri bilinmelidir.
Bu tespitler göstermektedir ki, silahlandırmaya dair kuralların Yunanistan tarafından ihlali Türkiye’ye, Lozan Barış Antlaşması’nın, adalar üzerinde egemenliği düzenleyen maddelerini sona erdirme hakkı verebilir. Bu durum Türkiye’ye, sayıları yaklaşık 18’i bulan Doğu Ege Adaları üzerindeki egemenlik meselesinin Yunanistan ile tekrar müzakere edilmesini talep etme hakkını  her daim verecektir.
 
 

Yazarın Diğer Yazıları