Stefan Zweig... Adı, kulağa bir Viyana valsı gibi geliyor. Zarif, melankolik, biraz da hüzünlü. Bir zamanların en popüler yazarlarından biri, bir dünya vatandaşı, bir barış elçisi... Ama aynı zamanda, bir kaçak, bir mülteci, bir umutsuzluk kurbanı. Tıpkı bugünün Filistinlisi, Lübnanlısı gibi...
Zweig, savaşın ve şiddetin anlamsızlığına inanıyordu. İnsanlığın ortak değerlerine, kültürel bağlara, barış içinde bir arada yaşama idealine tutunuyordu. Ama ne yazık ki, yaşadığı dönem, onun bu ideallerini yerle bir etti. Nazi Almanyası'nın yükselişi, Zweig'ın dünyasını altüst etti. Yahudi kimliği, onu bir hedef haline getirdi. Kitapları yakıldı, ülkesinden sürüldü. Bir zamanların parlak yazarı, artık bir gölgeye dönüşmüştü. Tıpkı bugün, evleri yerle bir edilen, topraklarından sürülen Filistinliler gibi...
Zweig, Brezilya'ya kaçtı, ama orada da huzur bulamadı. Savaşın yarattığı yıkım, onun umutlarını tüketmişti. 1942'de, karısıyla birlikte intihar etti. Geride bıraktığı notta, "Kendi isteğimle ve aklım başında olarak hayatıma son veriyorum," yazıyordu. Bir dünya vatandaşı, kendi vatanını bulamamıştı. Bir barış elçisi, savaşın acımasızlığına yenik düşmüştü. Tıpkı bugün, bombaların altında can veren, geleceklerini ellerinden alınan Lübnanlı çocuklar gibi...
Zweig'ın trajedisi, bugün de yankılanıyor. Dünyanın dört bir yanında, savaşlar, çatışmalar, katliamlar devam ediyor. İnsanlar, evlerini terk etmek zorunda kalıyor, umutları kırılıyor, hayalleri yıkılıyor. İsrail'in Lübnan ve Filistin'deki saldırıları, bu acı tabloya yeni bir sayfa ekliyor. Masum insanlar ölüyor, şehirler harabeye dönüyor. Zweig'ın korktuğu şey, yine gerçek oluyor. İnsanlık, yine kendi kendini yok ediyor. Tıpkı bir zamanlar Avrupa'da Yahudilere yapılanlar gibi, bugün Ortadoğu'da Filistinlilere ve Lübnanlılara yapılıyor. Tarih tekerrürden ibaret, ders alınmayan bir döngü.
Peki, Zweig'ın mirası ne olacak? Onun kitapları, hala okunuyor, düşünceleri hala tartışılıyor. Ama acaba, bu yeterli mi? Zweig'ın trajedisinden ders almazsak, onun ideallerini gerçekleştirmezsek, onun anısını yaşatmanın ne anlamı var?
Belki de Zweig, sadece bir "çağrı cihazı"ydı. Bize, insanlığın içindeki kötülüğü hatırlatan bir uyarı sinyali. Ama aynı zamanda, umudu da temsil ediyordu. Onun kitapları, bize daha iyi bir dünya yaratmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Yeter ki, savaşın ve şiddetin anlamsızlığını anlayalım, insanlığın ortak değerlerine sahip çıkalım. Tıpkı Zweig gibi, biz de barış için çabalamalı, insan onurunu savunmalıyız. Yoksa biz de birer "çağrı cihazı" olmaktan öteye gidemeyiz; sadece acıların, kayıpların habercisi oluruz.
Zweig'ın dediği gibi, "Umut, en karanlık gecede bile parlar." Bu umudu kaybetmemeliyiz. Zweig'ın anısını yaşatmalı, onun ideallerini gerçekleştirmek için mücadele etmeliyiz. Ancak o zaman, bu dünya, gerçekten yaşanabilir bir yer haline gelebilir. Ve belki o zaman, Filistinli bir çocuk da, Lübnanlı bir anne de, tıpkı Zweig gibi, hayallerini gerçekleştirebilmenin umudunu taşıyabilir yüreğinde.
Herkese keyifli haftalar dilerim.
Sağlıcakla kalın Sevgiyle kalın…
Yazarın Diğer Yazıları
Bir İhanetin Kokusu
03 Mart 2025 17:07İsyan ve İktidar: Tarihin Sonsuz Döngüsü Taşın Ağırlığı: IV. Murad’dan Bugüne Sisyphos’un Çağdaş Yüzü Albert Camus’nün Absürt Dünyasında Tarihin Tekerrürü
25 Şubat 2025 13:36Eskişehir’in Kalbinde Sonsuza Dek Yaşayacaksın: Fethi Heper’in Efsane Yolculuğu
17 Şubat 2025 12:00Sistem Yandı, Siz İzlediniz
30 Ocak 2025 11:59Hakikat Sahnesinde Oyuncular ve Evrakları
09 Ocak 2025 17:41