Bazı insanlar var. Kendine ait tek bir düşüncesi bile yok, ama yine de her şeyi biliyor gibi konuşuyorlar. Birini karalamadan sabah kahvesini içemeyen tipler. Hani sokakta yanından geçsen selam vermez, ama arkan döndüğünde seni anlatan destanlar yazar. Bir de bunlar yetmezmiş gibi kendilerini mağdur eden senmişsin gibi davranıp seni canavara çevirirler. Çünkü canavar yaratmadan yaptıkları kötülüğe katlanamazlar. Vicdanları fazla narin. Birinin üzerine basmadan yürüyemeyen ama bastığını da "ben düşmeseydim, o orada ne iş yapıyordu" diye açıklayan insan müsveddeleri.
O yüzden kimse için "yapmaz" dememek lazım. Bu dünyada yeterince susayan adam, pisliği bile kutsal su diye içer. Koşullar uygun olursa en süt dökmüş kedi bile pusuya yatmış aslana dönüşür. Sınırların ne zaman aşılacağını kestirmek kolay değil. Masumiyet, ortam bulamadığı için ortaya çıkmamış suçluluk halinden ibarettir bazen. Birini sırf sana zarar vermedi diye temize çıkarmak, kurşun sıkmadı diye elindeki tabancayı görmezden gelmek gibi.
Kadercilik oynamayı da bırakmalı insan. "Benim elimde değildi" demek, çoğu zaman korkaklığın şık ambalajıdır. Herkes bir hayat seçer, her seçim de bedelini getirir. Bedelsiz hayat yok. Taksitli yaşamak yok. Ödemeden yaşanmaz. İstediğin kadar "kaderimde bu varmış" de, dönüp dolaşıp geldiğin yer yine kendi kararındır.
Zaten bu zaman hayal kurmaya da pek izin vermiyor. Rüyaları bile kredi kartıyla satıyorlar. Ucuz hayallerin içinde boğulmuş insanlar topluluğuyuz. Herkesin dilinde bir "özgürlük" var ama kimse cesur değil. Ne istediğini bilen az, neye tahammül edemediğini bilen daha da az. Herkes bir başkasının gözünden kim olduğunu anlamaya çalışıyor, aynaya bakmadan. Ve işin kötüsü o ayna da çoktan kırılmış; sadece kendin sandığın yansımanın parçalarıyla konuşuyorsun.
İnsan kendine sahip çıkmalı. Başkalarının ağzından dökülen sözlerle kendine küfretmemeli. Birini memnun etmek için eğilen sırt, bir gün yerden kalkamaz hale gelir. Dürüstlük yıkmaz adamı, aksine seni inşa eder. Ve bu dünyada kendine sahip çıkan kadar sağlam duran yoktur. Ne diploman ne araban ne karizman... Sadece omurgan.
Schopenhauer boşuna dememiş: “Her insan kendi görüş alanının sınırlarını, dünyanın sınırları olarak kabul eder.” Yani biri seni anlamadı diye anlatım bozukluğu sende değildir. Kimi insanlar anlamamak için doğmuştur. Çünkü anlarsa, kendisini değiştirmesi gerekir. Ve değişmek, ölüm kadar korkutucu gelir onlara. Düşünsene, yıllarca yanlış yaşadığını kabul etmek demek bu. Hangimiz cesaret edebilir buna?
Ben artık kimsenin “çok iyi biri” tanımına inanmıyorum. Çünkü insanlar, çikolatayı hamburgerin içine koymaya bayılıyor. Biri başka birinin hayatında leziz bir tat bırakmış olabilir ama senin hayatına karıştığında mide bulandıran bir şeye dönüşebilir. Bu, o çikolatanın kötü olduğu anlamına gelmez. Sadece senin menüne uymuyordur. Uzaklaşmak bu yüzden suç değil. Bu yüzden kaçmak değil. Bu, kendi sınırlarını çizmek demek. Ve bir insan kendi sınırlarını çizemiyorsa, başkalarının çizdiği kafeste yaşar.
Ve sonra başlar Newton’un beşiği. Ne kadar verirsen o kadar alırsın. Ne kadar enerji gönderirsen, o kadar geri gelir. Bu sadece fizikte değil, hayatta da geçerli. İnsanlar seni kullanıyorsa, bir bak bakalım nerende boşluk var. Kandırılıyorsan, nerede fazla inandın? Yıkılıyorsan, nerede fazla sarıldın? Geriye ne dönüyorsa, senin attığın top kadar.
Yani aldıklarından şikayet etmek yerine, verdiklerine bak biraz. Bu hayat tükürdüğünü sadece yalatmaz, o tükürüğü sana yutturur da. Kendi yanlışının soğuk suyuyla gargara yaptırır. Ve en acısı, bunu senin elinle yapar. Çünkü çoğu zaman hayat bizi başkaları değil, kendimiz yüzünden mahvediyor.
Bazen iyi olmak da yetmiyor. Hatta bazı ortamlarda “iyi olmak” denen şey, “aptal olmak” diye çevriliyor. İnsanları hayal kırıklığına uğratan şey, senin kim olduğun değil. Onların senin hakkında kurduğu hayalin seninle örtüşmemesi. Sen o hayale uygun davranmadığında, seni kötü ilan ediyorlar. Çünkü suçlu olmamak için senin suçlu olman gerekiyor.
Hadi bir daha düşünelim: Kimsenin sana zarar vermemesi, onun iyi biri olduğunu mu gösterir? Yoksa sadece sıra sana gelmediğini mi? Çoğu insan, kötülüğün zamanı gelince üzerindeki beyaz gömleği çıkarır ve altında ne varsa onu gösterir. Ve işin kötüsü, birçoğu bu gömleği hiç yıkamadan tekrar tekrar giyer. Temiz görünmek için değil, temiz sanılmak için.
Kendine dürüst olan, kimseye hesap vermez. Çünkü kendi hesabını her gece yastıkta kapatır. Ama kendine yalan söyleyen, sabaha kadar başkalarının uykularını bölmeye çalışır. Ve unutma, insanın içindeki karanlık, geceyle değil; cesaretsizliğiyle başlar.
Kendi kararlarının arkasında durmak, dünyanın en zor şeyi olabilir. Ama bu, aynı zamanda seni dünyanın en dayanıklı insanı da yapar. Çünkü her seçim, bir kayıptır aslında. Seçmediğin diğer yolların tamamından feragat ediyorsun. Bu yüzden seçiminin sorumluluğunu almak, bir tür büyüme sancısıdır. Herkes çocuk kalmak ister. Çünkü çocuklar seçim yapmaz, seçilir. Ama yetişkin olmak, “bu benim yolum” diyebilmektir. Ne çıkarsa karşıma, kabulüm diyebilmektir. İşte gerçek cesaret budur.
________________________________________
Ve eğer hâlâ ne yapacağını bilmiyorsan, sana sadece şunu söyleyebilirim:
Bir gün hayat, seni tükürdüğün yerlere geri getirir. Ve o gün, ağzını açtığında sadece kelimeler değil, yaşadıkların da dökülür. Ya utançla eğersin başını, ya da alnını daha dik tutarsın. Aradaki fark, bugünkü seçimlerinde gizli. Ve bugünkü cesaretin, yarının huzurudur.