Geçtiğimiz hafta uzun süre birlikte çalıştığım, askeri okulda birlikte okuduğum bir arkadaş iki saatliğine yanıma uğradı.İsmini vermeyeceğim ama kendisi asker olmanın doğası gereği aklı başında ve mesafeli bir arkadaş. Ciddi olmak ve üzüntülü olmak arasında ki hassas ayrımı yüz hatlarına bakarak çıkaramayacağınız kimselerden. Bu onda bir olgunluk belirtisi değil daha çok kemikleşmiş bir savunma hattı. Bu savunma hattının aşılması özel bir çaba ve gayret istiyor. Ama aşıldıktan sonra ardı dostluğun erdemleri ile sulanmış topraklara çıkıyor. Bir çok edebiyatçı gibi kendisinin hassas ruhuda askerliğe elvermeyen boyutlarda. Askerlik hayatı boyunca yaşadığı çalkantıları kendisinden çok, bir gün öldürmek zorunda kalabileceği kimseler adınaydı. Tanımadığı insanları bilinmedik bir yerde öldürmek üzere profesyonel eğitim almıştık ikimizde. O zamanlar henüz lise çağında olan bizlere bu gerçeği yüksek sesle telaffuz etmek bile ne kadar korkunç geliyordu az çok tahmin edebilirsiniz.
Kendisiyle memleketin özel hayatına dair gözümüze çarpan detaylar üzerine sohbet ettik. Konuşmamızın bir yerinde “bu çağda yaşamak, bizlerin adına büyük talihsizlik” dedi. Bunu neye dayandırarak söylediğini aynı kulvardan birlikte hayata atılmanın verdiği samimiyete binaen biliyordum. Müsade buyrun sizlerede açıklayayım.
İnsanların var güçleriyle birbirlerini karalama çabalarının kendilerine ne gibi bir fayda sağlayacağını yıllarca birlikte anlamaya çalıştık. Özellikle son on yılımızı buna adadık. Karşılıksız tutku kalmamıştı insanlarda. Bir söze, bir tebessüme bağlı bir mutluluk artık yoktu. Bu ıstıraplı günlerde insanlar baktığı hiçbir yerde mutluluğu göremiyordu, benim için bile hala mümkün olduğundan bile şüphe ediyorum.
Gençliğin baharında kıt kanaat yaşamak zorunda kalan fidanlar var. Akıl almayacak maddi sıkıntılarla boğuşuyorlar ve belki de şimdiye öfkeden delirmeleri gerekiyordu. Saraya yaranmak için kalemlerine irin kusturan, ya da umut tüccarlığına soyunmuş olan sarayın yüksek mertebe düşünürlerine bu durum biraz tuhaf gelebilir hatta bazıları tarafından sınır tanımayan bir cüratkarlıkmış gibi de algılanabilir. Durduk yere yaygara koparıyor bunlar diyen bile çıkabilir.
Ne diyelim şahsiyet bakımından zayıf olan insanlar böyle zamanlarda kibre daha kolay teslim olur.
Ben yine de sözümü söylemek istiyorum. Saray çevresi insanların bütün ümitlerinin suya gömüldüğü bu günleri görmek istemiyor olabilirler. Bu durum insanların deliliğin eşiğine gelmiş oldukları gerçeğini değiştirmiyor.
Baya ve dalavereci ruhların içten ve cömert ruhları bozguna uğratmasını ibretle seyrediyoruz.
Gururdan yoksun bir yaşamın var olabileceğine hayatta inanmazdım.
Nihayetinde gelinen noktada toplum olarak erdemden yana umudumuzu kaybettik.
İnsan başka çaresi kalmadıkça başkasının aklına itimat etmemeli…Pek parlak sayılmayacak ömrümde, ilk defa bir başkasının aklına bel bağladım. Atatürk’ün aklına..
Doğaüstü bir gücüm olsa memleketi 100 yıl önceki haline döndürmek için düşünmeden hemen kullanırdım.
Çünkü yüreğim Atatürk’ün askerlerinin mütevaziliğini daha ancak geçen yıl kavrayabildi.
Kendini tamamiyle, bütün bir yürekle adamanın meyvesi olan bu yiğit mütevazilikten bir haberdim.
Kim bilir kaç sefer kendimi büyük görmeye kalkıştım. Üstelik buna nasıl gayret gösterdiğimi biliyor, yetmezmiş gibi bir de bu gayretimi alkışlıyordum.
Gençliğin ilk tesadüflerinin ardından yürek dediğin kapatır kapılarını şefkate, ölüm ya da mesafeler insanı ayırır çocukluk arkadaşlarından, koca bir ömrü cetvel elinde kendi çıkarını hesaplayan aklını kibriyle bozmuş soğuk mu soğuk meslektaşlarla geçirmeye mahkum eder. Ruhun o sevgi dolu cömert tarafı aç kala kala körelir. Daha otuz yaşına basmadan insan kendini sevgiyle şefkatle dolu hislere karşı taşlaşmış halde bulur. Ben ancak yeniden sevmeye başladığım andan itibaren ruhumun yüceldiğine tanık oldum. Ve askeri okulda aldığımız eğitimin gülünçlüğünü farkedebildim..
Bizim o göz kamaştıran subaylarımıza bakardım da nasıl yavan bulurdum. Ama İsmet paşalar, Fevzi paşalar ne yaptıklarının farkındaydılar, şaşırmadılar işin sonunda.. Düşmanlarına sevgiyi saygıyı elden bırakmadılar. Karşılıksızca bu toprakların insanlarına tutkuluydular. Sevgiyle,barışla doluydular. Kin ve nefret söylemleri çıkmıyordu ağızlarından, uyarıları bile beyefendice iyice ölçülüp tartılmıştı. İşlerine gelmediğinde rastgele tehditler savurmuyorlardı.Günü kurtarmak için olmayacak vaatlerde bulunmuyor. Halkın gerçekliğinden kopuk bir devlet inşa etmiyorlardı. Halkı kendi egolarını tatmin etmek için kullanmıyorlardı. Devleti halkın emrine veriyorlardı.Halkı devletin kapıkulu olarak görmüyorlardı.
Uzay çağının başlarında insanlığı köklerine kadar sarsıp ona yepyeni bir çehre kazandırıp onu akılcı temeller üzerine inşa eden Atatürk'ün reformları yeniden umut kaynağım oldu.
Yaşam, sevmesini bilen insanı tazeler ona yeniden can verir. İnsan karşılık sevmeyi becerebildiği zaman hayatın çocuksu yanlarını bir kenara bırakmasını bilir. Bu devrimi yaşamayan insan, yapmacık, eğreti bir ömür sürmeye mahkumdur.
Bunu,, mutsuzluklardan çıkarılan hüsranın, mutluluktan çıkaralın keyften çok daha fazla olduğunun yaşamda çok defa rastladığım için biliyorum.. Sevgiyle kalın, sağlıcakla kalın, Atatürk ilke ve inkılapları ile kalın.