Demokrasi çağımızın toplumsal gereksinimlerini karşılayabiliyor mu?
Pek sanmam…
Neden mi?
Peki, kısıtlı yerimizde sorumu etraflıca ele almaya çalışayım.
İnsanlık günümüzden çok da uzak sayılmayacak bir geçmişe kadar bol ve sık bir biçimde idare edilme şeklini değiştirmiştir.
Sayıları o kadar fazladır ki hepsini kronolojik ya da coğrafi sıraya koymaya kalksak, sıradan halkın sonuna varamayacağı ciltler dolusu ansiklopedi olur. O yüzden burada hepsini sayıp dökmek yerine, en belirgin olan ve baskınlığı hissedilmiş idare biçimlerinden bahsedeceğiz.
Monarşi, demokrasi ve anarşi…
Çetelesini tutup, seceresini bildiklerimizden başlamadan evvel şunu belirtmek isterim.
Meseleyi ele alış biçimimiz iki şekilde olabilir.
Bir, idare edilen veyahut idare eden tarafından konuyu değerlendirebiliriz.
İki, idare edilemeyenler veyahut idare edemeyenler tarafından konuyu değerlendirebiliriz.
Toplumsal ve bireysel hayatımızda da belirleyici faktörler bunlardır aslında…
Kontrol edebildiğimiz huylarımız ve kontrol edemediğimiz huylarımız arasında sarkaç gibi git geller yaşarız. Salınımın şiddeti,bizim konuya olan inancımız ve tutkumuza göre belirlenir. Ya zarar görmemek için kendimizce kendimize tedbirler alırız ya da faydasını görmek için kendimizi yüreklendiririz. Çünkü insanın en büyük dalkavuğu yine kendisidir.Toplumlarda da bu durum böyledir.
Toplum, aklın almayacağı hataları, genel geçer ya da değişmez doğrular olarak kendilerini şaşılacak derecede inandırabilir. Bir insanın ya da toplumun pek sağlıklı olmayan düşüncelere olan sadakati dehşet yaratan felaketlere yol açmaya sanılandan daha fazla meyillidir. Tarihsel çöplüğümüz bu utanç sahneleri ile doludur.
Monarşi, birbirine kültürel, dinsel, etnik olarak birbirine benzemeyen coğrafyaların bir arada yaşayabilmesi için en ideal yönetim biçimidir.
Lakin tarihte hattı ssyılır örnekler olduğundan dolayı tiranlığa dönüşmesi en kolay yönetim biçimidir.
Demokrasi tarihsel yolculuğunda bir çok defa tecavüze, tacize, sınır ve hak ihlaline uğramıştır. Öyle çok deforme olmuştur ki monarşi gibi çağın gerisinde kalmış ve uzay çağında modern insanın gereksinimlerini karşılayamamıştır.
Çünkü herhangi bir konuda ki yetersizliği, tıpkı insan vücudunda ki gibi çeşitli ve ölümcül olan hastalıklara yol açabilir. Dünya savaşları, atom bombası atılması,soğuk savaş, Arap baharı, sarı devrim gibi toplumsal cinayetlerle sonuçlanan bu tarihi olaylarda demokrasinin yetersizliği ve çabuk manipüle olabiliyor olması kendisine olan güvensizliği artırmıştır.
Demokrasi savunucularının görmezden geldiği bir konu var. Dünyada olan iyi şeylerle kendisini bağdaştırmayı iyi becermelerine rağmen demokrasinin açtığı sorunlarla kendilerini ilitilendirmezler. Bir sorun varsa sistemin değil,kişilerin ya da kurumlarındır. Bu bana pek sağlıklı bir düşünce biçimi gibi gelmiyor. Zira kendisini işin içine katmadan yüce bir mertebeden ahlak dersi verenler beni her daim endişelendirmiştir.
Tarih sahnesi bireyselleşmenin en uç noktasına geldiğimiz günlerini yaşamaktadır. Artık çağımızda anarşi ve anarşizm ön plana çıkmalıdır.
Tabi ki anarşi dediğimizde akla topla tüfekle saldırgan insanların sağda solda koşuşturduğu, dükkanları yağmaladığı bir idare biçimi gelmesin.
Bireyin, toplumun ve toplumsal uzlaşmanın yarattığı adaletsizlikten kaçınabilmesi için anarşizim gereklidir.
Bir insanın yetenek,emek,güç,enerji gibi doğadan aldığı özellikleri ile benden üstün olmasını kabul ederim. Zaten etmekte zorundayım. Ama annesinin karnından çıktığında sahip olmadığı ama mutlu bir rastlantı sonucu burnunu dışarı çıkarır çıkarmaz, gökten zembille inen zenginlik,toplumsal konum, rahat yaşam gibi sonradan edinilen niteliklerle benden üstün olmasını kabul edemem. Bu hazımı kolay bir mesele değildir. Anarşizmin ilk meselesi bu adaletsizliği ortadan kaldırmakdır.
Demokrasinin ve monarşinin oylanacağı bir seçime gidiyoruz ama ben anarşizm diyorum.
Seçimler insanlık ve ülkemiz için hayırlara vesile olmasını temenni ederim. Sevgiyle kalın, sağlıcakla kalın….