29 Ekim geldi geçti. Her yıl aynı terane: Bayraklar, nutuklar, resmi geçitler… Sanki hiçbir şey olmamış gibi, sanki bu ülke bir cennetmiş gibi, herkes mutlu mesutmuş gibi… Ama gerçekler öyle mi? Sokaklarda gezerken, insanların gözlerindeki korkuyu, umutsuzluğu görüyorum. Ekonomik kriz, siyasi kaos, toplumsal kutuplaşma… Bu ülke, bir uçurumun kenarında yürüyor. Ve ben, bu uçurumun kenarında sallanan bir serseriyim, elimde bir şişe viski, dilimde küfürler…
Sahte kahramanlar, sahte bayramlar… Hepsi birer gösteriş, birer aldatmaca. Bu ülkede gerçek olan tek şey, acı ve umutsuzluk. İnsanlar, her geçen gün biraz daha yoksullaşıyor, biraz daha çaresizleşiyor. Ama kimse sesini çıkarmıyor. Korkuyorlar. Çünkü biliyorlar ki, bu ülkede konuşmanın bedeli ağır olabilir.
Ve bir de Bahçeli denen adam var. Milliyetçi geçinen, ama her fırsatta iktidara yaranmaya çalışan bir oportünist. Geçenlerde ne demişti? "Terörist başı Öcalan'ın tecridi kaldırılsın, Meclis'te konuşsun." İnsanların aklıyla alay ediyor resmen. Bu ülkede, yıllarca terörle mücadele etmiş, şehitler vermiş insanlar var. Onların acısını hiçe sayarak, bir teröristin elini sıkmaya hazır bu adam.
Bu ülke, bir akıl hastanesine dönmüş durumda. Deliler, akıllıları yönetiyor. Yalancılar, dürüstlere hükmediyor. Ve herkes, bu saçmalığa sessiz kalıyor. Çünkü korkuyorlar. Çünkü bu ülkede, doğruyu söylemenin bedeli, hayatın olabilir.
Ben, bu deliliğin ortasında kalmış bir adamım. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilmiyorum. Sadece içmeye devam ediyorum. Viski, tek dostum, tek sırdaşım. O, beni bu lanet olası gerçeklerden uzaklaştırıyor, bir süreliğine de olsa unutturuyor.
Sokaklarda yürüyorum, amaçsızca. İnsanların yüzlerine bakıyorum, ama hiçbir şey görmüyorum. Sadece boş bakışlar, donuk ifadeler… Sanki hepsi birer robot, birer makine… Duygularını kaybetmişler, umutlarını yitirmişler.
Bir bara giriyorum. Her zamanki yerime oturuyorum. Barmen, her zamanki içkimi getiriyor. Birkaç yudum alıyorum. Viski, boğazımı yakıyor, ama umurumda değil. Bu acı, gerçeklerden daha katlanılabilir.
Etrafımdaki insanlara bakıyorum. Hepsi bir şeylerden kaçıyor. Kimisi işinden, kimisi ailesinden, kimisi de kendisinden… Ama kaçış yok. Gerçekler, her zaman peşimizde.
Bir kadın yanıma yaklaşıyor. Sarhoş, iğrenç bir yaratık. Bana gülümsüyor, ama gülümsemesi sahte. Gözlerinde, sadece boşluk ve umutsuzluk var. Onu reddediyorum. Çünkü biliyorum ki, o da benim gibi, bu lanet olası hayattan kaçmaya çalışan bir zavallı.
Bardaki televizyonda, haberler yayınlanıyor. Yine aynı saçmalıklar: Savaşlar, ölümler, felaketler… Bu dünya, bir cehenneme dönmüş durumda. Ve ben, bu cehennemin ortasında sıkışıp kalmış bir adamım.
Viskimi bitiriyorum. Kalkıyorum, bardan çıkıyorum. Sokaklarda yürümeye devam ediyorum. Nereye gittiğimi bilmiyorum, ama umurumda da değil. Sadece yürüyorum, yürüyorum… Belki bir gün, bu karanlığın içinden bir çıkış yolu bulurum. Belki bir gün, bu saçmalığın bir parçası olmaktan kurtulurum. Ama o güne kadar, yürümeye devam edeceğim. Çünkü başka çarem yok.
Bu ülke, bir bataklık. Ve ben, bu bataklığa saplanmış bir adamım. Ne kadar çabalarsam çabalayayım, kurtulamıyorum. Her geçen gün biraz daha batıyorum. Ama yine de, umudumu kaybetmiyorum. Belki bir gün, bu bataklıktan kurtulurum. Belki bir gün, temiz bir nefes alabilirim. Ama o güne kadar, çabalamaya devam edeceğim. Çünkü başka çarem yok.
Sevgiyle kalın,saygıyla kalın,cumhuriyetle kalın… İyi haftalar dilerim.
Yazarın Diğer Yazıları
29 Ekim, Bahçeli ve Öcalan: Bir Cumhuriyet Masalı mı, 100 yıllık reklam mı?
06 Kasım 2024 11:21Daron Acemoğlu: Tarihin Tozlu Sayfalarında Ekonomik Kaderimizi Arayan Bir Adam
23 Ekim 2024 12:17Kısır Edebiyat
23 Ekim 2024 12:16Kısır Edebiyat
09 Ekim 2024 14:42Stefan Zweig: Umut Kaçağı, Barış Elçisi... Yoksa Sadece Bir "Çağrı Cihazı" mı?
30 Eylül 2024 16:42