Nuray Bartoschek

SIRADIŞI BİR ŞEYLER YAPMAYA NE DERSİNİZ?

Nuray Bartoschek

  • 3910

Hiç düşündünüz mü yaşamımızın ne denli büyük bir bölümü hep aynı tempoda, aynı işleri yapmakla geçiyor. Sabah aynı  saatte kalkış, aynı saatte kahvaltı, aynı saatte işe ya da okula gitmek için evden ayrılış, aynı arabayla,  otobüsle ya da yürüyerek aynı yollardan geçiş, aynı yüzler, aynı sözcüklerle selamlaşmalar, her gün yaptığınızın benzeri işler, dersler, aynı saatte  yine aynı yollardan geçerek eve dönüş, aynı saatlerde akşam yemeği, hatta televizyon izlerken birbirine benzer sohbetler ve yine aynı saatlerde yatağa giderek günü noktalamak.

Bu yaşam temposunu öylesine kanıksamışız ki aynı işi yapmaya programlanmış robotlar gibi selamlaşmalarımız bile duygulardan yoksun, yapmamız gereken işin bir parçasıymış gibi karşımızdaki kişiye ulaşmadan havada asılı kalıyor.

Yolda karşılaştığımız  tanışımıza  “Ne haber, nasılsın?”  derken, alacağımız yanıtı biliyoruz aslında. “ İyiyim, sen nasılsın?” Bizim de yanıtımız çoktan hazır “ Sağol ben de iyiyim”

Şimdi bize düşen görev bitti. Gönül rahatlığı ile yolumuza devam edebiliriz.

Hangimiz gerçeği duymaya hazırız  dersiniz?

Karşınızdaki size “Sorma, bugün çok kötü belim tutuldu, çok ağrım var. Ayrıca bankaya borcumu ödeyemedim bu duruma da canım çok sıkkın. Akşama kadar çözüm bulmam gereken öyle çok sorunum  var ki…” dese tepkiniz ne olur?

İçinizden “şimdi nereden çıktı bu? Sanki onun gerçekten nasıl olduğunu dinleyecek zamanım varmış gibi bana sıkıntılarını anlatıyor” diye düşünür müsünüz?

Yoksa  sizde içtenlikle “Sorma benim de canım sıkkın bugün, dün gece çocuk hastalandı, sabaha dek uyuyamadım, bu akşamda eve yemeğe konuklarım gelecek onun telaşındayım. “ der misiniz?

En son ne zaman eşinizin, annenizin , dostunuzun, sevgilinizin gözlerinin içine bakarak “ Bu, şu ana dek yediğim en güzel yemek, sen bir harikasın!” dediniz?

Sevdiklerinize nasıl “İyi geceler” diliyorsunuz? Bunu yine yapmanız gereken işin bir parçası olarak “öylesine” mi söylüyorsunuz, yoksa iyi geceler öpücüğünü verirken sevdiklerinizin kokusunu doyasıya içinize çekiyor musunuz?

Kullandığınız sözcükleri ne denli duygularınızla harmanlıyorsunuz?

Kahvaltı da ille de aynı çeşit peynir, aynı zeytin mi olmalı?

Yaşamınıza yeni kişilerin girmesine ne denli olanak tanıyorsunuz? Yoksa kapılarınız sıkı sıkıya kapalı mı yeni gelenlere?

Geldik en önemli soruya: Kaç yaşındasınız? Evet, siz! Oniki? Onsekiz? Otuziki? Kırkbeş? Ya da Altmışbeş?

 “Tüm bu anlattıklarınla yaşımızın ne önemi var “dediğinizi duyar gibiyim. Var elbette!

Kaç yaşında olursanız olun, bana içtenlikle söyler misiniz, nasıl geçti yıllarınız?

Şöyle bir geriye dönüp baktığınızda hala kendinizi o çocukluk, gençlik yıllarınızda duyumsamıyor musunuz? Yılların nasılda bu denli hızlı geçtiğine şaşırmıyor musunuz?

 Yıllar bu denli hızla akıp geçerken yaşamımızı bir robot gibi sürekli aynı şeyleri yapmaya programlanmış olarak geçirmekle kendimize haksızlık etmiyor muyuz?

Hemen itiraz ettiğinizi duyar gibiyim: “İyi de robot gibi yaşamamak adına işimi, okulumu bırakacak değilim elbette, benim yaşantımı sen mi güvence altına alacaksın o zaman?”

Hayır, hayır işi, okulu bırakmaktan söz etmiyorum ben.

Yaşamınızda küçük ama önemli değişiklikler yaparak bu tekdüzelikten kurtulabilir, yaşamınızın kalitesini artırabilir, her anınızı daha dolu dolu yaşayabilirsiniz.

Haydi,  sabah başlayalım değişikliklere  hemen. Bu gece biraz daha erken yatın ve sabah yarım saat erken kalkın. Sabah işe ya da okula aynı yollardan, aynı araçlarla gitmemeyi deneyebilir misiniz? Arabanızı evde bırakıp yürüyün, ya da otobüse, dolmuşa binin, ya da okula servisle giden çocuğunuzu bugün okula siz bırakın.

“Günaydın”larınız daha canlı, daha içten olsun. Hatta “Bugün nasılsın?” derken dokunun karşınızdaki kişiye, elinizi omzuna koyun, tüm varlığınızla onu dinlediğinizi duyumsatın.

Bugün asansörü kullanmayın, gerekirse yavaş yavaş ama merdivenlerden çıkın işyerinize, evinize.

İşyerinizde ya da okulda  hiç konuşmadığınız kişilerle konuşmayı deneyin bugün.

Sizden pek hoşlanmadığını düşündüğünüz kişilere güler yüzle yaklaşın, yeni saç biçiminin, giysisinin ona çok yakıştığını söyleyin, hatta öğlen birlikte yemek yemeyi ya da çay içmeyi önerin. Ama tüm bunları içtenlikle yaptığınızı karşınızdakine duyumsatın ve davranışlarınızın etkisinin  size yansımasının tadını çıkartın.

Eşinizle, dostunuzla iş çıkışında eve gitmeden önce bir yerde oturup kahve içmeye ne dersiniz?  Unutmayın, evde yapılacak işler hiçbir zaman bitmeyecek ve biz her yeni güne bir önceki günden kalma yapılacak işlerle borçlu olarak gireceğiz. Her akşam kahve içmeye gidecek değilsiniz, bunu hafta da bir olarak sınırlamayın lütfen. Yoksa bu kahve saatleri de bir süre sonra yaşamın tek düzeliği içinde yer alacak ve tüm anlamını yitirecek. Plan, program yapmayın. Haftanın her hangi bir günü, içinizden geldiği anda açın telefonunuzu ve “Bugün işten sonra kahveye ne dersin?” deyin sevdiklerinize. Ve hep aynı yerlere gitmeyin kahve içmek, yemek yemek için. Yeni yerler keşfedin ve bunu dostlarınızla paylaşın.

Akşam çocuğunuza “Ödevlerini bitirdin mi?” diye sormak yerine alın kitaplarını, defterlerini elinize ve ilgiyle “Aaa, bu konuyu mu işliyorsunuz, çok ilginç! Ben bunu öğreneli yıllar oldu, çoğunu unutmuşum, bana anlatır mısın biraz? “ deyin. Ve size şaşkınlıkla, heyecanla ama mutlulukla bakan çocuğunuzun anlattıklarını can kulağıyla dinleyin, anlamadıklarınızı sorun. Akşam yatağına yatırıp, ona “iyi geceler” dilerken bugün size öğrettikleri için teşekkür etmeyi de unutmayın.

Kaşığı elinize alıp ağzınıza götürdünüz. Bekleyin ve yemeğin tadını gerçekten duyumsayın.

Harika değil mi? Haydi, şımarır diye korkmayın, söyleyin bunu eşinize. Hem ara sıra sevdiklerimizi dozunda şımartmanın kime ne zararı olur ki! 

Bakarsınız, “Bıktım senin şu maçlarından” diye söylenen eşiniz de  , bu Pazar sizinle  heyecanla maç izler televizyonun karşısında.

Bu hafta sonu bütün gün evi temizlemeyi bırakın, hiç görmediğiniz yeni yerlere gidin, uzun zamandır ziyaret etmediğiniz dostlarınızı  ziyaret edin, huzurevine, yetiştirme yurduna gidin, sevginizi cömertçe paylaşın insanlarla. Unutmayalım  yaşam,  tüm davranışlarımızı, yaptığımız  iyilikleri, kötülükleri, sevgileri, nefretleri bir ayna gibi bize yansıtıyor başka yüzlerden.

Bugün hep birlikte çıkarıp atalım içimizdeki pilleri,  sıradışı bir şeyler yaparak, yaşamın içinde hep aynı tempoda ağır aksak yürüyen robotlar  gibi yer almaktan   kurtulalım. 

Yaşam tüm çekiciliğiyle kollarını açmış bizi bekliyor. Haydi, koşun, hoplayın, zıplayın, oynayın, şarkı söyleyin, gülün, dokunun, sevin,  canlanın hatta avaz avaz bağırın  ve kucaklayın yaşamı!

 

Yazarın Diğer Yazıları