Mustafa Saatcı / Mavi Köşe

HAYVANCILIĞIMIZIN DURUMU

Mustafa Saatcı / Mavi Köşe

  • 1767

Bizim yaş grubumuzda olanlar çok iyi hatırlayacaklardır. Öğretmenimiz sınıfa girer, dersi anlatmaya başlar, konusu gelince de “dünyada tarımsal üretimi kendi kendine yeten 7 ülke vardır, bizim Türkiye’miz de bunlardan biridir” derdi. Ama o nasıl bir söyleyişti, her kelimesinde bir milletin sahip olduğu övüncü taşırdı. Haklıydı, eğer toplum üretiyorsa şüphesiz baş tacımız öğretmenlerin bunda rolü büyüktü. Evet, Cumhuriyeti bu millete hediye eden nesil öyle bir temel atmıştı ki, öyle bir hedef gösterip öyle bir azim aşılamıştı ki o hareketin ivmesi bizi yetmişli yılların sonuna kadar taşıdı.

Bir gün ülkenin saman ithal ettiğini duyduk. Önce inanamadık, sonra bir kez daha kulak kesildik ve doğru olduğunu anladık. Ne olmuştu, neler olmuştu da kendi kendine yeten ülke saman ithal etmek zorunda kalmıştı. Bunun sebepleri bu köşeye sığmaz, o yüzden bir tanesini ele alıp devam edelim.    

Hayvancılık bir üretim sürecidir ve bütün üretim alanları gibi her şeyden önce bir plan ister. Plansız yapılan üretim rotasız gemiye benzer, ne gideceği yön ne de uğrayacağı liman bellidir. Hayvancılık politikalarımız uzun yıllardan beri belli bir plandan uzak, güncel ve medyatik sloganlarla sürdürülmüştür. Sorunlar görülmüş, fakat tedavi yerine hep pansuman tercih edilmiştir. Son günlerde söylenen “paramız var ki ithal ediyoruz” veya “ithal etmek yasak mı” gibi söylemler işte tam da bu medyatik sloganların ve pansuman uygulamaların eseridir.

Buradan önemli bir noktaya gelmek istiyorum. Bunu bütün tarımsal faaliyetler için de söyleyebiliriz ama ben yine sınırımı aşmayıp hayvancılık boyutunda kalacağım. Hayvancılıkta “üretim döngüsünü” kaybettik. Köy kaynaklı üretimi kaybettik. Küçük aile işletmelerini kaybettik. Üretimde çeşitliliği ve ikame üretimi kaybettik. Bütün bunlar az ya da çok olarak hayvancılığımızın bugünkü durumuna gelmesine sebep faktörlerin arasında sayılabilir.

Ne demektir “üretim döngüsü”? En temel anlatımıyla damızlık hayvandan yavru, yavrudan damızlık hayvan üretmektir. Bu döngüyü bitki ve tohum olarak da düşünebilirsiniz.  Eğer bu döngü bir yerde kesilirse, artık o noktadan sonra üretim değil ticaret yapıyorsunuz demektir. Şu anda ülkemizde ne yazık ki hayvansal üretim adı altında ticaret yapılıyor. Nasıl mı? Buyurun birlikte iki örnek inceleyelim.

Ülkeye besi materyali olarak buzağı getiriliyor. Bu buzağılar besi çiftliklerince satın alınıyor. Hammaddesinin büyük bir kısmı ithal olan yemle besleniyor ve 12-18 ay sonra kesime gönderiliyor. Sonra tekrar ithal besi materyali getiriliyor. Yani ülke içinde oluşturulan bir üretim döngüsü yok. Dışarıya bağımlı bir sistem. Başka ülkelerin çiftçilerinin ürünlerine değer katan bir sistem.  Besicilik böyle iken süt sığırcılığı çok mu farklı? Hayır değil. İthal damızlık hayvan getiriliyor, çiftlikler bunları satın alıyor. İthal hayvan, içinde ithal soya ve ithal mısır bulunan yemle besleniyor. İthal boğa sperması ile tohumlanıp, ithal aşı ile aşılanıyor. Hastalanan inek ithal ilaçlarla tedavi ediliyor. İthal sağım sistemleriyle sağılan ineğin sütünden yoğurt yapmak için ithal kültürler kullanılıyor. Marketlerden alarak yediğiniz yoğurtların, nenelerimizin mayasıyla mayalandığını düşünmeyim. Bizim olan, Türklerin olan yoğurdu bile kendimizin mayası ile mayalayamıyoruz. Şimdi siz söyleyin, hayvancılık mı yapıyoruz ticaret mi? Bir kez daha düşünün lütfen, bu ticaretin pazarı kim ve bu ticaretin üretim kısmını yaptığını kabul ettiğimiz, adına da üretici dediğimiz, kesim ne kazanıyor? Daha doğrusu kazanabiliyor mu?

Bu yazıda soruna ve sorunlara birazcık olsun değinebildik, ama rahatlıkla söyleyebilirim ki Türkiye hayvancılığının çözülemeyecek sorunu yoktur. Yeter ki samimiyetle ve iyi niyetle çözülmeye çalışılsın. Sadece son beş yılda hayvan ve hayvansal ürün ithalatına harcanan parayla sorunun çözümü adına dev bir adım atılabileceğinden eminim.

Sözde değil özde yerli olan hayvansal gıdalara ulaşıp, tüketebilmeniz dileğimle.

[email protected]

Yazarın Diğer Yazıları