Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

ŞİİR YÜREKTE YAZILIR

Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

  • 4354

Aslında şiir, şairin içinde yazılıyor. Kağıda dökülmesi ise yalnızca kalıcı olmasına yarıyor. Bu nedenle de şiir işçiliği denilen şairliğin en önemli eyleminin iki şekilde yapıldığını düşünüyorum. Birincisi şiirin yazılmasından önce başlayıp şiirin yazılmasıyla sona eren işçilik. İkincisi ise, kağıda dökülen sözcüklerin, uzun çalışmalarla şiir haline getirilmesi eylemi.

Birincisinde yaşamın tüm evrelerinde; niyetten tutun da davranışlara , ilişkilere, doğaya, evrene şiirsel bir bakışla bakmak; yaşamın her alanını estetize ederek şiir gibi yaşamak esastır. Olayları, ilişkileri, insanı, doğayı; yalansız, çıkarsız hilesiz-hurdasız ama estetik gözlerle görmek ve yaşamını da bu çerçeve içerisinde sürdürmek. Şiirin tüm insani sıcaklığıyla kucaklamak evreni; sonra da kalıcı olması açısından daha doğrusu bu estetik yaşantının bir anlık fotoğrafını çekmek gibi bir şey kâğıda döküp nesneleştirmek.

Artık bu kağıda döküldükten sonraki aşama şiirle ilgili değil. Benedetto Croce'nin dediği gibi teknikle ilgili bir şey. Şiir içeride yaşanmış, yazılmış ve bitmiştir. Kağıda dökmek, yazı haline getirmek, şiir formatı içine sokmak şiirin yazılmasıyla ilgili olmayıp, teknik bir durumdur ve şairin deneyimleri ve birikimleri ile sözcüklerin tam yerlerine oturtulması, imla uyumları vs. nin son rötuşlarının yapılmasıdır. Yani içeride, yürekte, tinde yazılmış olanın dışarıya çıkarılışında karşılaşılan birtakım sorunların giderilerek pürüzsüz hale getirilmesi olayıdır, fazla bir şey değildir. Yani şiirin özünde, temelinde bir yapı değişikliği olmamaktadır kağıda dökerken.

Ama ya şiiri içlerinde, yüreklerinde yazamayanlar? Ellerine kalemi alıp haydi rasgele diyerek tomar tomar kağıt harcayanlar. Ve bununla övünenler. Ne kadar çok kağıt harcıyorsa o kadar övünenler. Ve yazarlar ıkına sıkına bir şeyler. Kimseler anlamasın diye de epeyce uğraşırlar anlaşılan yer kalmasın diye. Ve bunu da derinlik kazandırmak adına yaparlar. Bir kaşık suda okyanus derinliği görüntüsü vermek gibi bir şey. Kimseler fazla anlamadığı için de ne kadar sanat dolu bir şaheser ürettiği rahatlıkla ileri sürülebilir.

Amaç; insanı, yaşamı, doğayı, evreni anlatmaksa, en yalın şekilde anlatmak gerektiğine inanıyorum. Ama bunu yaparken de şairin kendisinin yaşam anlayışı kadar bilgi, görgü, ve sezgisi olmalı ki gördüklerini bize anlatabilsin. Görebilmeyi başaran bir şair de gördüklerini anlatmak için can atacaktır, sabırsızlanacaktır. Ve nasıl anlatsam da her şey anlaşılır olsa diyecektir. Kapalı şiir yazdığını sananlar da, bir şey görecek gözleri olmadığı için, göremedikleri için anlatacakları bir şeyleri olmayacaktır elbet. Ne yapsınlar da şair olsunlar peki? Onlar da sözcükleri yap-boz yaparak sözcük cambazlığıyla uğraşarak tatmin olacaklardır. Ve körler sağırlar birbirini ağırlar misali, birbirlerine ne kadar anlaşılmaz oldukları iltifatlarını yağdıracaklardır ama ne yazık ki şiiri de olmadık yerlere kaydırarak okunmaz, sevilmez hale getireceklerdir.

Oysa ben inanıyorum ki şiirde "emek" denilen şey, sözcükleri yap- boz etmek yada alışılmadık bir düzenle eklemleyerek anlaşılmaz gibi yapmakla ve boşu boşuna yüzlerce kağıt harcamakla olmuyor. "Emek" , asıl yaşamın kendisine yönelmesi gereken, yaşamı estetize etmek için verilmesi gereken bir uğraştır. Şairin hem kendi içsel yaşantısının hem de diğer insanlarla yaşantısının ve buradan kalkarak diğer canlılara, cansızlara olan bakışının ve davranışlarının şiirsel güzellikte olması için verilmesi gereken bir şeydir "emek."

Böyle güzel, estetik yaşantıya sahip olan bir şair de, hep güzeli göreceğinden dolayı bunu saklamak, anlaşılmaz kılmak şöyle dursun paylaşmak için en anlaşılır şekilde nesneleştirerek sunacaktır insanlığa.

Yazarın Diğer Yazıları