Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

ELEŞTİRİ DERKEN

Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

  • 1396

Sanatın salt eğlendirici, zevk verici bir işlevi yüklendiği yolundaki görüşlerin , eksik ve yanıltıcı olduğuna inananlardanız. Çünkü sanatsal bilgi de bir bilgi çeşitidir. Bir bilgi çeşiti olması nedeniyle de alımlayanların düşünme olanaklarını geliştirici yönde katkılarda bulunması olağan karşılanmalıdır. Ne var ki sanatsal bilgiyi edinirken ,estetik bir haz alma da sözkonusudur diğerlerinden farklı olarak . Bu da sanatsal bilginin aktarımında özün yanısıra biçimin de önem kazandığını, hatta özün ve biçimin bir dengede bulunmasının zorunlu olduğu gerçeğini ortaya koyar. İkisinden birisi eksik olduğu zaman eser tam olarak ortaya konulmamış olur. 'Ne'' yi ''nasıl''söylediği önemlidir yazar ya da şairin. Biçim kaygısı diğerlerinde o kadar önemsenmez. Bilimsel bir eserde olayın ortaya olduğu gibi, olabildiğince nesnel ortaya konulması esastır. Oysa sanatta ve özellikle şiirde verilmek istenilenin en güzel bir biçimde verilmesi temel kaygıdır. Öz/biçim dengesi dediğimiz bu kaygı şiirin vazgeçilmez ilkesidir.Özdemir İnce’ nin de dediği gibi ''bir metnin yazınsallaşmasının , şiirleşmesinin temel ilkesi bir gerçeğin nasıl yansıtılacağı ilkesi ''dir.(1) Şairlik deneyiminin artması ile öyle bir hal alıyor ki bu öz ve biçim olayı birlikte yoğruluyor ve şiirin özü netleşirken sanki kendini ifade edecek olan biçimi de kendisi şeçiyormuşcasına şairine sıkıntı verir. Şairliğin asıl zorluğu da buradadır kanımca .Biçimi bir elbiseye benzetirsek; özün istediği biçimde elbiseyi hazırlamak için şair deyim yerindeyse dokuz doğurur. Ne zaman ki öz, dikilen elbiseyi beğenir, o zaman şair rahat bir nefes alır ve şiirinin tamam olduğuna inanır. Bu ustalığa sahip olmak için de yılların deneyimi gerekir. Usta bir şair ile işe yeni başlayan bir şair arasındaki fark da bu dengeyi sağlamaktaki başarıda yatmaktır. Şairlik yaşamının ilk yıllarında elbetteki biçim yönünden aksaklıklar olacaktır .Şair bir yandan bu beceriyi edinirken ,bir yandan da şiirini yazacaktır.Bu ilk dönemlerdeki şiirlerde şairin temel hedefi, ''nasıl'' söylemeyi kapmak olmalıdır. Sürekli yazarak , ustaların şiirlerini okuyarak biçimsel deneyimi kazanmaya çalışacaktır. Bu dönemde şairliğin gerektirdiği duyarlık ve gözlem gücü ile de kendini, çevresini,dünyayı, evreni gözlemleyerek, verili bilgi ve kalıpları, kuralları kendince yeniden sorgulayarak net bir dünya görüşü edinmeye bakacaktır. Biçimsel beceriyi edindikten sonra da artık ''ne'' yi ''nasıl'' söylediği ön plana çıkacak ve bu iki yön birlikte ele alınarak şair hakkında bir yargıya varılacaktır. Ve şunu da unutmamak gerekir ki, geçmişten bu güne kadar seslerini duyurabilen şairler, sağlam bir dünya görüşüne sahip olup , bunu da en iyi şekilde verenlerdir. Yunus Emre,Mevlana, Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek örnek olarak gösterilebilir. Bu gün eleştirmenliğe soyunan bazılarına bakıyorum da bölük pörçük bilgileriyle kafaları bulandırıp komik duruma düşüyorlar. Özellikle henüz şairlik yaşamının ilk dönemlerinde kitaplarını büyük hevesle yayınlayan şairlerin eleştirisini yaparken, yukarıda sözünü ettiğimiz deneyim kazanma gerçeğini unutup veryansın ediyorlar: Vay efendim toplumsal sevgi işlenmemiş, bireysel kalınmış, aşk izleki fazla kaçmış ve daha neler neler... Varsa yoksa kendi kalıplarına uygun konular aramak . Eğer istedikleri konularda şiir yazmadıysanız topa tutarlar . Biçim nasıl kurulmuştur, sessel öğeler ne düzeydedir, fazla sözcük tekrarı var mıdır, akıcılık ve iç ahenk sağlanmış mıdır, biçimde özgünlük yakalanmış mıdır gibi değerlendirmelere çoğunlukla giremezler bu acemiler. Çünkü bu konuda bilgileri yoktur Var olan hazır siyasal gruplardan birine alelacele giren bu kişiler , kendileri hiç bir çaba harcamadan ''hazırlop'' ezberledikleri görüşlerin dışındaki herkesi olumsuzlar ve yadsırlar. Eleştiri ağırlıkları da hep ''ne'' yin verildiğidir. ''Nasıl'' verildiği veya verilmesi gerektiği hakkında pek konuşmazlar. Oysa bilmezler ki , şairler tüm verili hazır değerleri, kalıpları,kurumları ,bilgileri o keskin şairsel duyarlıkları ile gözleyerek, sorgulayarak alınlarının teriyle bir dünya görüşü kazanırlar ve bu da öyle kolay olmazsa gerektir. Çünkü şairi diğer insanlardan ayıran en önemli özelliklerden biri de herkesten fazla duyarlı olması, herkesten fazla düşünmesi ve olaylara kafa yormasıdır. Şair aynı zamanda bir düşünürdür. Hazırlopçu değildir. Ancak şu unutulmamalıdır ki , şairle onun okuyucusu ya da dinleyicisi hakkındaki ilişki sadece ideolojik düzeyde değil aynı zamanda yazımsal düzeydedir ve estetik bağlamdadır .İdeolojisini beğenmediğimiz ya da kendi kafamıza uymayan konuları işleyen şairlerin şiiri olmamıştır, zorlama olmuştur diyemeyiz, yanlış olur. Her konuyu işler şair .Bu onun tercihidir. Onun görüşlerini beğenip beğenmemek de bizim tercihimizdir. Ama iyi şiirse öpüp başımıza koymak gerekir, Sezar’ın hakkı Sezar'a verilmeli. Şiirleri değerlendirirken bu konulara özen göstermek, yeni işe soyunanlara köstek değil destek olmak , kendinde bir cevher gördüklerimizin elinden tutmak gerekir. Ve acılı eleştirileri olanların sonraki aşamalarında yapmamız gerekir. Zaten şairlik yeteneği yoksa sonraki aşamalara çok zor ulaşırlar. Şairliği bir gösteriş (hele bu devirde) sayan , bir hobi olarak görenler kendiliğinden ortadan silinecek ve varsa çıkardıkları kitaplar da hatıra defteri olarak kalacaktır. Eleştiri yaparken de şairler kadar bu öz /biçim dengesine özen göstermek gerekir. İncelenen eser sahibi bu dengeyi tam sağlayamamışsa içinde bulunduğu koşullar ile deneyim süresi göz önüne alınmalı eleştiri dozu ve eleştiri yönü buna göre ayarlanmalıdır. Kimse bu dengenin öyle Allah vergisi olup hemen şiire yansıması gerektiğini söyleyemez. Bu bir azim, inanç ve zaman sorunudur ve geleceğe kalıcı eserler de bu aşamalardan hakkıyla geçerek gelen eserlerdir.

Yazarın Diğer Yazıları