Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

Çoğulculuk Diye Bir Şey…

Coşkun Karabulut / Kültür Sanat

  • 7399

Berina Hamidoviç ismini hiç duymamışsınızdır. Ben de düne kadar duymamıştım. Bu üç aylık zavallı bebek Bosna Hersek’teki acaip yasal sistemin kurbanı olarak geçtiğimiz hafta öldü. Berina bebek yurt dışında tedavisi gerektiren bir hastalığa yakalanmıştı. Ama yurt dışına çıkabilmesi için önce bir kimlik sahibi olması gerekiyordu. Gelgelelim yeni doğan bebeklere vatandaşlık numarası verilmesi ile ilgili yasa karmaşık parlamenter işleyiş nedeniyle dört aydır çıkarılamıyordu. Bu nedenle yeni doğan yüzlerce bebek aylardır kimlik alamıyordu. İşte Berina da bunlardan biriydi. Bosna Hersek Cumhuriyeti 1995 yılında üç yıl süren iç savaştan sonra Batılı ülkelerin zoruyla dayatılan Dayton anlaşması sonunda kuruldu. Görünüşe göre savaşan taraflar Sırplar, Boşnaklar ve Hırvatların uzlaşmasını en iyi bir biçimde sağlayabilmek için ülkenin yeni yapılan yasalarına birçok düzenlemeler getirilmişti. Ancak bu düzenlemeler ülkedeki karar alma mekanizmasının giderek felç olması sonucunu doğurdu. Öyle ki üç taraf bir konuda uzlaşmaya varsa bile bu uzlaşmayı yasallaştırmaları kolaylıkla mümkün olmuyordu. Yaklaşık yirmi yıldır hemen hiçbir konuda hamle yapamayan, yeni yatırımlar için karar alamayan devlet iktisadi ve sosyal çöküşün eşiğinde. Bosna Hersek kadar olmasa bile diğer Avrupa ülkeleri de kendilerini ilgilendiren konularda karar oluşturma sürecinin zorluğu nedeniyle içine düştükleri iktisadi ve sosyal buhrandan bir türlü kurtulamamakta. Kurtulamadıkları gibi aynı çukurun içine bizi de düşürebilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Türkiye son yıllardaki gelişmesini yönetimindeki istikrara borçlu. On bir yıl süren felaketlerle dolu koalisyon döneminden sonra gelen Ak Parti iktidarının başarısının çoğu kendisine ait olsa da bir kısmı tek başına iktidar olmasından kaynaklanıyor. Yine dünyanın yükselen güçleri Çin ve Rusya’da tek parti iktidarları hüküm sürüyor. Avrupa’nın en güçlü ülkesi Almanya’yı da yine Merkel tek başına yönetiyor sayılır. Türkiye’de biraz geriden gelmekle beraber bu yükselen güçlerin arasında yerini aldı. Batının kan kaybetmekte olan güçleri bir taraftan bizi zayıflatmak için içimizdeki kavgaları körükleyedursun, öte yandan demokrasi havarisi maskesini takıp bize akıl vermeye çalışıyorlar. Gezi olaylarını bahane dip Başbakana yükleniyorlar. “ Başbakan miting yapmasın”. “Başbakan muhalefete ters gelecek fikirler açıklamasın”. “Kaç çocuk yapacağıma Başbakan ne karışır”. “Bedenim bana aittir, istersem satarım”. Utanmasalar Başbakan hiç konuşmasın, hep biz konuşalım diyecekler. Ana muhalefet partisi sürekli olarak seçim barajının düşürülmesinden yana tavır koyuyor. Hani bunu BDP istese anlarım, adamlar meclise girebilmek için yasanın etrafından dolaşmak zorunda kalıyorlar. Burada amaç azınlıkta kalan grupları korumak adına tek parti iktidarını ortadan kaldırıp ülkeyi koalisyonlara mahkum etmek. Ondan sonra da hep birlikte yağma Hasan’ın böreği. Bunun adını da koymuşlar: çoğulculuk. Bu nasıl olacak, zıt fikirleri uzlaştırmak nasıl mümkün olacak. Herkesi memnun etmek mümkün değildir. Herkesi memnun etmeye kalkarsanız hiçbir şey yapamazsınız ve sonuçta hiç kimseyi memnun edememiş olursunuz. Örneğin şu günlerde ortalık sıcaktan yanıyor. Ama bir oylama yaparsak belki de Fethiye’de sekiz on kişi çok üşüdüğünü söyleyecektir. Bu sekiz on kişinin hatırı için sıcağa karşı hiçbir önlem almaksızın yanmaya ne dersiniz. Çoğulculuk insanların söz hakkına saygı ve yaşam biçimlerine saygı biçiminde düşünülürse bir anlam taşır. Herkes fikrini söylemekte özgür olmalıdır. Ancak karar aşamasına gelindiğinde kalkan parmakların sayısına bakılmalıdır. İnsanlar azınlıkta da olsa başkalarının yaşam sınırlarına tecavüz etmedikçe diledikleri gibi yaşayabilmelidir. Bunun dışında çoğulculuk adına yapılan bütün önerilere kuşku ile bakılmalıdır.

Yazarın Diğer Yazıları