YENİ TÜRKİYE

  • 1555

15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ tarafından girişilen başarısız darbe sonrasında Türkiye’de büyük yapısal değişiklikler gerçekleştirilmeye başlandı. Başta silahlı kuvvetler olmak üzere birçok kurumda değişik kademelerin görev, yetki ve sorumlulukları yeniden belirlendi. Önümüzdeki günlerde başka kurumlarda da benzer değişikliklerin yer alacağı kesin gibi görünüyor. Bu değişikliklerin ana teması şimdiye kadar kasıtlı olarak “özerk”, “bağımsız”, “tarafsız” gibi yaftalarla başına buyruk bırakılan ve böylece millet egemenliğinin dışında kalan bir kısım kurumların millete hesap verebilir duruma getirilmesidir. Bazıları bu yeniden yapılanmanın darbe kalkışmasına bir tepki olarak aceleyle gündeme getirildiğini savunsa da bize göre bütün bu değişiklikler üzerinde önceden uzun uzadıya tartışılmış, ancak normal şartlar altında gerçekleştirilmesi yıllar alacağından ve belki de olumsuz tepkiler alacağından ortaya çıkarılmamıştır. Değişim silahlı kuvvetlerden başladığı için kısaca onu ele alalım. Silahlı kuvvetler vatanı düşmana karşı koruması için milletin eline silah verip görevlendirdiği bir kuruluştur. Aman ordu siyasete bulaşmasın diye bağırıp dururlar. Şimdi bir soru soralım; düşman tanımını kim yapacaktır? Siyaset kurumunun düşman olarak tanımladığını milletin denetimi dışında bıraktığımız ordu dost diye tanımlarsa ne olur? Tarihimiz silahlı kuvvetlerin isyanları ve darbe girişimleriyle şekillenmiştir. Ta Osmanlı döneminde Yeniçeriler ikide bir kazan kaldırmış, sonunda devlet farklı bir ordu kurarak bunların karşısına çıkarmış ve binlercesini ortadan kaldırmıştır. Ama bu ordu kurulduğundan elli yıl geçmeden bir saray darbesi ile padişah Abdülaziz’i devirip katletmiştir. Ondan sonra gelen Padişah Abdülhamit de Selanik’te bir grup isyancı subay tarafından oluşturulan Hareket Ordusunun İstanbul’a gelmesiyle tahttan indirilmiştir. Cumhuriyet kurulduktan sonraki kırk yıl içinde ordunun başkaldırısını görmüyoruz. Bunda cumhurbaşkanları Mustafa Kemal ve İsmet Paşaların aynı zamanda ordunun eski komutanları olduğu ve emir komuta ilişkisinin sürmekte olduğunun payı olduğunu düşünüyoruz. 1960’tan sonra ülkemiz bir dizi darbe ve muhtıra sarmalıyla karşılaşmıştır. Seçilmiş hükümetle şu veya bu nedenle ihtilafa düşen silahlı kuvvetler yönetime el koyarak beğenmedikleri yöneticileri değiştirmiş, yerlerine kendi fikirlerinde olanları getirmiştir. Darbelerin en korkuncu ve inşallah sonuncusu 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü olmuştur. Zira bundan önceki darbelerde silahlı kuvvetler kendi öz yapılarıyla bir kalkışmaya girişmişlerdir. Halbuki bu son darbe girişimi ordunun içinde yıllardır gizlice yapılanmış, yabancı istihbarat servislerinin emir ve komutası altındaki bir grup asker tarafından başlatılmıştır. Çoğu insan soruyor; tanklar piyadeye destek olarak askerin karşı cepheye taarruzu amacıyla geliştirilmiş bir savaş aracıdır. O halde en yakın sınıra yedi yüz kilometre uzaklıkta olan başkent Ankara’da yüzlerce tankın konuşlandırılması hangi askeri teoriyle açıklanabilir? İşte silahlı kuvvetlerin yapısında gerçekleştirilen ve devamı gelecek olan değişikliklerle ordumuzun milletin denetimine girmesi sağlanmış olacaktır. Milletin denetimine girmesi gereken başka bir kurum da yargıdır. Bazılarının hayal ettiği gibi “bağımsız, tarafsız” yargı olamaz. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Yargıçlar karar verirken “Türk Milleti adına” karar verdiklerini ifade ederler. Demek ki Türk Milletinden yana taraf oldukları yasalarımızca da kayıt altına alınmıştır. O halde Milletin kendi adına karar verecek kurumları kendisinin oluşturmasına olanak tanınmalıdır. Bize göre yargıçların seçimle iş başına gelmesinin önü açılmalıdır. Bu konuda özellikle Anglo Sakson devlet sistemi örnek alınabilir. Böyle bir yapılanma sağlandığında milletin adalet mekanizmasına olan saygı ve güveni artmış olacaktır. Zira bu durumda adalet mekanizması kamu vicdanını temsil etmiş olacağından buna karşı çıkmak insanın kendi kendisine karşı çıkması anlamına gelecektir. Milletin emrine girmesi gereken bir başka kurum da maliye, özellikle Merkez Bankasıdır. Yıllardır Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Merkez Bankası başkanının arasında tartışma olduğunu duyarız. Deniliyor ki Merkez Bankasına siyaset karışmasın, o ekonominin gereğini yapsın. Örneğin ekonominin gereği enflasyonun mümkün olduğu kadar aşağı çekilmesidir; siyasetin gereği ise insanlara olabildiğince çok iş sahası açılmasıdır. Ama bu da enflasyonu artırır. Çık bakalım işin içinden çıkabilirsen. Gerçi ABD’de bu işler kolaylıkla yürür. FED isimli merkez bankası ülkenin 15 büyük bankasının müdürlerinin ayda bir toplanmasıyla karar alır. Bu kararlara siyaset kurumu karışamaz. Böylelikle kimin ne kadar kazanacağı, hatta ne işi yapacağı, hatta dünya ekonomisinin nasıl yönlendirileceğine bu insanlar karar verir. Zaten günümüz dünyasındaki yılanın başı da bu FED kurulunu oluşturan yaşlı başlı zevattır. Türkiye ABD olmadığına göre……

Yazarın Diğer Yazıları