Nerede O Eski Sinemalar

  • 747

Fethiye Belediyesinde Temizlik İşlerinde çalışan Süleyman Saracoğlu isimli arkadaşım 1970-82 yılları arasında görüntüye giren sinema filmlerinin afişlerinden oluşturduğu bir sergi açtı. Sergi özelliği nedeniyle çok kişi tarafından ilgiyle izleniyor. Arkadaş 80’li yıllarda işlettiğim fotoğraf dükkânına gelir, çekmiş olduğu afiş resimlerinin bir kopyasını basmamı isterdi. O zamanlar kendisine “İşin mi yok, hem bu afişleri topluyorsun, hem de resimlerini çekiyorsun” diye takılırdım. Demek ki gün bugünmüş, afişler gündem oldu.

Bu sergi beni eski günlere döndürdü. Bundan 50-60 yıl önce sinema hayatımızda önemli bir yer tutardı. Bir sinema salonunda film izlemek başlıbaşına bir sosyal olaydı. Önceden programlanır, randevulaşılır, süslenip püslenilir, sinemaya öyle gidilirdi. Bazıları, özellikle genç çiftler sinemaya farklı amaçlar için giderlerdi. O zamanlar ortam şimdikinden farklıydı, gençlerin el ele sokakta yürümesi bile tepki çekerdi. Onlar da ne yapsınlar, sinemanın karanlığından yararlanarak bir süre el ele tutuşmayı bile mutluluk sayarlardı.

Filmin tam ortasında perdede on dakika ara yazısı çıkar ve gösterime ara verilirdi. Bu arada salonda hızlı bir hareketlenme olur ve birbirine sokulmuş olan sevgililer aceleyle üstlerini başlarını toparlamaya çalışırdı. Tam o anda salonu sinema girişi ile ayıran perde görevli tarafından açılır ve bir elinde gazoz kasası, bir elinde dondurma tepsisi olan büfeci salona girerek “frigo dondurma, gazoz” diye satışa başlardı. O yıllarda henüz ABD menşeli içecekler piyasaya çıkmamış, İstanbul’da Çamlıca Gazozu, İzmir’de ise Sen Sun marka gazozlar satılmaktaydı. Tabi çekirdek satışları işin vaz geçilmeziydi. Her seanstan sonra yerler çöp yığınına dönerdi.

O tarihlerde dijital teknoloji henüz hayal aşamasında bile değildi. Filmler önce 35 mm genişliğinde film şeritlerine çekilirdi. Gözün algılayabilmesi için saniyede 24 kare resim çekilmesi gerekir. Hesaplarsak 2 saat sürecek bir film şeridinin uzunluğu yaklaşık 2 km civarındadır. Bu film şeritleri büyük makaralara sarılır ve oynatıcısına takılırdı. Oynatıcı da makaraları objektifin önünden saniyede 24 kare geçecek şekilde döndürmeye başlardı. Bir makaradan boşalan film diğer makaraya sarılır, süreç böylece devam ederdi.

Bu iş için oynatıcının başında makinist denilen bir teknisyen bulunur ve oynatıcının aksaksız çalışmasına göz kulak olurdu. Bazan ise makinist de filmin heyecanına kapılır veya yorgunluktan başı düşüp uykuya dalardı. Şanszızlık bu ya,tam o sırada film makinaya takılıp kopar veya düzgün sarılmadığı için birbirine dolaşır, görüntü de kesilirdi. O anda salondaki gençler koro halinde “makinist” diye bağırarak teknisyeni uyarırlardı. O da elindeki kimyasal ile kopan filimin iki ucunu yapıştırır ve gösteri devam ederdi. Çoğu zaman cereyan kesintileri olur, cereyan uzun süre gelmeyince gösteri tatil edilir ve müşteriler ellerindeki biletlerle bir dahaki tarihlerde gelmek üzere salondan ayrılırlardı.

İşi makinistin omuzlarına yüklemek gülünç durumlara da sebep olabiliyordu. Hiç unutmam ağabeyimin İzmitteki evinin arka pencereleri bir bahçe sinemasına bakıyordu. Oturmuş baş rolde Ayhan Işığın bulunduğu bir Türk filmi seyrediyorduk. O zaman Türk filmlerine gidenler bir düzine dolusu mendili yanlarında götürürdü. Zira film ilerledikçe karakterlerin yarısı o zamanların moda hastalığı olan vereme tutulup ölürdü. İşte o gece de adını hatırlayamayacağım kadın artist bağıra bağıra ağlamaya başlamıştı ki film koptu. Makinist filan derken film yine bağırtılarla başladı. Ancak bu sefer bağırıp çağıran kadın artist değil kovboyları kovalayan Kızılderililerdi. Belli ki bizim makinist film makaralarını karıştırmış, Ayhan Işığın peşine Kızılderilileri takmıştı.

Zaman geçti, televizyon icat edildi. Sinema kültürü 1970 li yıllarla birlikte bütünüyle farklılaştı. Bir süre insanlar aynı filmleri evlerindeki televizyon cihazlarından izlemeye başladılar. Bunun sonucu sinema salonları kapanmamak için kapasitelerini düşürmeye başladılar. Tek bir salon bölünerek seyirci sayısı daha az olan salonlar inşa edildi. O sırada film endüstrisinde de gelişmeler oldu, sinema filimleri bir taraftan televizyon, bir taraftan sinema salonları ile günümüze kadar seyircinin karşısına çıkmaya devam etti.

Şimdi artık metrelerce uzunluğunda sinema filmleri tarihe karıştı. İki saatlik bir film avuç içi kadar bir kasedin içine sığıyor. Makinistler  işsiz mi kaldı, bilmem. Yoksa bu sefer işleri bir bilgisayar ekranından mı idare ediyorlar. Artık âşıkların gideceği başka mekanlar var, filmler de kopmuyor. Cereyan kesintileri de yok denecek kadar azaldı. Ama dün öğrendim, başka sorunlar ortaya çıkmış. Sinema bilet ücretleri çok yükselmiş, arık herkes kolay kolay sinemaya gidemiyormuş.

Makinist! Uyansana kardeşim, ayıp değil mi? Ne bu rezalet.

 

Yazarın Diğer Yazıları