Küresel Isınma

  • 2408

Hani şu bizim Ören köyünde bolca yetişen yer fıstığı söz konusu olan. Satıcıya bunun nedenini sordum , şöyle cevap verdi : “Küresel ısınma nedeniyle bu yıl iklim kurak gitti, mahsulun çiçekleri kurudu. Artık birçok bitki türü kaybolacak, bazılarını hiç göremeyeceğiz. Allah sonumuzu hayır etsin”. Şaşırdım kaldım. Bildiğim kadarıyla bu kış yaz ortasına kadar havalar serin ve yağışlı gittiydi. Anladım ki bu küresel ısınma kavramı insanların beynine işlemiş; cevabını bulmakta zorlandıkları sorulara mazeret olarak küresel ısınmadandır deyip geçiyorlar. Küresel ısınma nedir? Bilim adamları dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığının son eli yılda 1 derece santigrad civarında arttığını hesaplamışlar. Bu ısınma aynı hızla devam ederse yakın gelecekte dünyada büyük iklim değişiklikleri olacağını söylüyorlar. Bu nedenle çeşitli kuruluşlar önlemler almak için çalışmalar yapıyor. Bir cisim nasıl ısınır. Bir cismin sıcaklığının artması için onun zaman içinde aldığı ısının verdiği ısıdan fazla olması gerekir. Dünyamızı ele alırsak dünyayı ısıtan başlıca kaynak güneştir. Gün boyunca güneş ışınlarıyla ısınırız. Bir taraftan da dünyamız güneşten gelen bu ısının bir kısmını yansıtarak soğur. Bu soğuma geceleri dünyamıza gelen bir ısı olmadığı için gece boyunca sürer, gündüz süresince ise ısınma devam eder. Bu böylece sürüp gider. Dünyamızın atmosferinde az miktarda karbon dioksit gazı bulunur. Bu gaz dünyaya gelen ısının tekrar uzaya yansımasını engeller. İşte atmosferde ne kadar çok karbon dioksit gazı bulunursa, yansıma daha az olacağından soğuma da yeterli olmaz ve dünyamız sürekli ısınır. Başını AB ülkelerinin çektiği bir grup gelişmiş ülke yaklaşık otuz yıldır bu doğa olayını gündeme getirerek dünyanın aşırı ısınmasını engellemek için ülkelerin karbon dioksit salımını azaltmasını öneriyorlar. Bu konuda çeşitli örgütler kurup büyük bir propaganda çalışması yapıyorlar. Buna karşılık başını Çin’n çektiği, ABD ve bir kısım gelişmekte olan ülkelerin dahil olduğu bir başka grup ülke ise bu çabaları desteklemiyor. Karbon dioksit salımını önlemenin başlıca yolu sanayileşmeyi durdurmak, mümkünse azaltmaktır. AB ülkeleri zaten herhangibir gelişme göstermedikleri için bu öneriyi destekliyorlar, buna karşılık bu öneriye uymaları halinde gelişmemiş ülkeler gelişmeyi sürdüremeyecekleri için öneriye karşı çıkıyorlar. Geçtiğimiz gün tertiplenen iklim konferansında devlet adamları hiç anlamadıkları bu konuda ahkam kestiler ve birbirlerini alkışladılar. Halbuki hiç kimse madalyonun öteki yüzüne bakmayı akıl edemedi. Bir cismin ısınması için kazandığı ısının kaybettiği ısıdan fazla olması gerekir demiştik. Doğrudur, dünyamız karbon dioksit örtüsü nedeniyle ısı kaybetmekte zorlanıyorsa soğuması da zor olur. Bir de işin öteki tarafına bakalım. Acaba güneşten dünyamıza gelen ısı her zaman aynı mı? Bilinen şu ki güneş lekeleri artığı zaman güneşi,n enerjisi artar, dünyamıza yolladığı ısı da artar. Dolayısıyla dünyamız ısınır. Tarihte meteorolojik kayıtların tutulmaya başladığı orta çağlardan beri dünyamızda sıcak ve soğuk dönemler olmuştur. Örneğin dokuzuncu asırdan başlayarak on üçüncü asıra kadar sıcak bir dönem geçiren dünyamız on dördüncü asırdan itibaren soğumaya başlamış ve bu durum on yedinci yüzyılda doruğa ulaşmıştır. Daha sonra ısınma tekrar başlamıştır. Yirminci yüzyılda ise kısa devreler halinde yirmili yılların sonunda ve ellili yılların başında soğuk dönemler görülmüştür. Yapılan araştırmaya göre 2020 yılından sonra dünyamız yeni bir soğuk dönem içine girecektir. Astronomik gözlemler bu soğuk dönemler süresinde güneş lekelerinde olağanüstü bir durağanlık olduğunu saptamıştır. Buna karşın sıcak dönemlerde güneş lekelerinde artış olduğunu görmekteyiz. Söz konusu etiğimiz bu yaklaşık onbir asırlık zaman süreci içinde dünya üzerindeki karbon dioksit salınımı nüfus artışına ve sanayileşmeye bağlı olarak sürekli artmıştır. Buna rağmen dünya ortalama sıcaklığı değişken olmuştur. Bu da bize gösteriyor ki küresel ısınmadaki esas etken karbon dioksit salınımı değil güneş lekelerindeki hareketliliktir. Bizim bu tespitlerimiz ne yazık ki bilimi de hegemonyasına almış bulunan eski Avrupa kıtasında pek gündeme gelmemektedir. Ayakta kalabilme savaşı veren Avrupa ekonomisinin rekabeti önleyebilmek için bilimi ayaklar altına alması doğal karşılanabilir. Ancak gelişmekte olan ülkelerin AB’nin dümen suyunda kendi ayaklarına kurşun sıkmaları anlaşılmaz bir tutumdur.

Yazarın Diğer Yazıları