Ders Vermek

  • 696

Son günlerde siyaset edebiyatında yeni bir deyim dolaşmaya başladı, “ders vermek”. Seçmen filanca partiye veya falan siyasetçiden oylarını esirgeyerek ona ders vermiş deniyor. Son zamanlarda moda olan bu deyim 23 Haziran seçimlerinden sonra hükümet için kullanılmaya başlandı. Aslında hedef Cumhurbaşkanı Erdoğan. Şöyle başlıyorlar; “İstanbul seçmeni İmamoğlu’nu bağrına basarak Erdoğan’a ders verdi”

Siyasetçiler okulda mı okuyor, seçmen de onun öğretmeni mi ki bu deyim bir anlam taşısın, bir türlü akıl erdiremedim. İnsanlarda şöyle bir yanlış inanç var; sanki bir grup insan bir araya gelip hadi siyaset yapalım, memleketi idare edelim diyorlar. Gerçek böyle olsaydı ders vermek deyimi bir şey ifade ederdi. Zira memleketi idare etmek için yola çıkmış insanların seçmenin ne istediğini öğrenip tavırlarını ona göre belirleyip bir yol çizmeleri gerekecekti. O zaman da siyasetçiye sen dersini iyi çalışmamışsın demek yerinde olacaktı.

Ancak siyasetin diyalektiği çok farklıdır. Siyasetçiler toplumun içinden çıkarlar ve içinden çıktıkları toplumun özlemleri aynı zamanda onların da özlemleridir. Yani sözün kısası ısmarlama iş yapmazlar. Toplumun sözcüsü olarak onunla karşılıklı bir etki tepki ilişkisi içindedirler. Doğaldır ki farklı talepleri olan toplum kesimleri farklı siyasetçiler yetiştirir ve farklı partilerde örgütlenirler.

Konu İstanbul seçimleri olunca İstanbul’un Beşiktaş ilçesinden örnek verelim. Beşiktaş bu seçimlerde yüzde seksen oy çoğunluğuyla İmamoğlu dedi. Bunun da başlıca nedeni Binali Bey’in temsil ettiği yaşam biçimine kuşkuyla bakmalarıydı. Bir Beşiktaş çarşısı vardır. Akşam bir saatten sonra açık hava meyhanesine döner. Beşiktaşlılar burada kadınlı erkekli yer, içer, sohbet eder, eğlenir ve geç vakit sessiz sedasız evlerine dağılırlar. Ne bir kavga, ne bir taciz, ne bir yan bakma söz konusu olmaz. Onlar da öyle insanlardır. Şimdi Binali Bey ve Tayyip Bey bu seçim sonuçlarına bakıp Beşiktaş halkı bize ders verdi deyip de Beşiktaş çarşısına giderek karşılıklı bir masaya oturup “Garson, aç bize bir ufak, yanına da duble midye tava, beyaz peynir, kavun filan” diye sipariş verselerdi herhalde asrın gülmece olayı olurdu. Bu kişilerin yapması gereken tek şey iktidarlarında herkesin yaşam biçiminin güvence altında olduğunu tekrar tekrar söylemek olduğunu düşünüyorum.

Şimdi siyasi parti yöneticileri bizim bu yazımızı okumak olanağı bulamayacaklarından yine de seçimlerden ders çıkarmak arayışına girecektir. CHP’nin bir süre ciddi bir beyin cimnastiği içine gireceğini düşünmüyorum. Uzun yıllar sonra İstanbul’da başkalarının desteği ile de olsa ilk defa zafer kazandılar, bunun coşkusunu yaşamak isteyeceklerdir. Düşündükleri tek şey “her şey çok güzel oldu” dan öteye gitmeyecektir. Bırakalım doya doya sevinip eğlensinler.

Ak Parti yöneticileri ise bu günlerde ciddi bir değerlendirme yapıyor olsalar gerek.  Bunu seçmen bize bir ders verdi, biz nerede yanlış yaptık biçiminde algılarlarsa baştan hataya düşmüş olurlar. Rakamlara şöyle bir bakalım; 31 Mart seçimlerinde geçerli oy 8,547,074. Binali Bey = 4,149,656. Ekrem Bey=4,171,118       . 23 Haziran seçimlerinde ise geçerli oy 8,746,458. Binali Bey= 3,935,444. EkremBey=4,741,870    . Aradan geçen yaklaşık üç aylık süre içinde Binali Bey’in oyları yaklaşık 215 bin azalırken Ekrem Bey’in oyları 570 bin artmış. Ekrem Bey artı oyları Binali Bey’den, 200 bin yeni seçmenden ve daha önce Saadet Partisi ve başka partilere oy veren seçmenden almış.

Düz mantıkla yorumlarsak  demek ki Binali Bey seçmenin hoşuna gitmeyecek farklı bir söylem kullandı, veya onun hakkında önceden bilinmeyen hoş olmayan bir gerçek ortaya çıktı diye düşünmemiz gerekir. Yine Ekrem Bey daha önce söylediklerine bir kısım eklentiler yaptı, aynı zamanda kendisinin olağanüstü bir kişi olduğu konusunda seçmen duyumlar aldı, onun için desteğini Binali Bey’den Ekrem Bey’e kaydırdı yorumunu yaparız. Ancak biliyoruz ki Binali Bey bu ikinci propaganda sürecinde eski vaadlerini tekrarlamakla yetindi, kendisi hakkında da filanca ülkede gayrı meşru çocukları olduğu türünden kişiliğini yıpratacak yeni haberler ortaya çıkmadı. Ekrem Bey ise gülücükler saçarak sokaklarda dolaşmayı sürdürdü. Aşırı stresten kaynaklanan birkaç vukuatı dışında bu süreçte olağan dışı bir olay cereyan etmedi. Kendisini destekleyen AB’den “Sen bu seçimleri kazanırsan biz de İstanbul’a 50 milyar Euro yardım yaparız” benzeri bir söz aldığını da duymadık.

O halde her şey yerli yerinde duruyor, hiçbir şey değişmemişken seçmen neden değişti diye sormak gerekiyor. Bu sorunun cevabı ise basit siyasal polemiklere değer verilerek bulunamaz. Cumhur ittifakı yöneticileri seçmenin sosyo-psikolojik davranış yapısını çok iyi değerlendirmeli, ondaki bu rasyonel olmayan davranışın kökenini bulmalıdır. Aynı çabayı CHP yöneticileri de göstermelidir. Çünkü öngörülemeyen bir biçimde kazanılan seçimleri öngörülemeyen bir biçimde kaybetmek tehlikesi her zaman mevcuttur.

 

Yazarın Diğer Yazıları