Deprem Yıktı, Sel Aldı Götürdü

  • 591

Yakın zamanda Bodrum’da ucuz atlatılan bir deprem olayı yaşadık. Yine son günlerde İstanbul’da dokuz gün arayla gelen aşırı yağış ve fırtına taşkınlara ve maddi hasara yol açtı. Böyle olayların arkasından hemen bazı kişiler çıkar, siyasi meşreplerine göre olayları yorumlar. Karşısındakiler de savunmaya geçer, bir kör döğüşüdür sürer. Vatandaş bir türlü gerçek ve sağlıklı bilgiye ulaşamaz. Birkaç örnek verelim, sonra sözümüzü söyleyelim. ABD’de Washington Eyaletinde Tacoma nehri üzerindeki asma köprü 1940 yılında yapıldıktan birkaç ay sonra şiddetli bir rüzgara dayanamayarak yıkılır. Kazanın nedenin araştıranlar köprünün en şiddetli rüzgâra dayanacak şekilde tasarlandığını ve köprüde hiçbir yapım hatası bulunmadığını görürler. Peki ne olmuştur? Köprü gerçekte yandan gelen rüzgara dayanıklıdır. Ancak yandan gelen rüzgar köprünün öz titreşimiyle uyum sağlayarak onun yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya hareket etmesine neden olmuştur. Köprünün böyle bir hareketi yapacağı düşünülmediği için de önlem alınmamış ve köprü çökmüştür. Yine ABD’de hepimiz gördük New York şehrindeki ikiz kuleler uçak çarptıktan sonra birkaç saat yanmaya devam ederek sonunda alttan başlayarak çöktü. Ne olmuştu da üst katlarda devam eden bir yangın kulelerin alt katında çöküntüye neden olmuştu? Bu konuda çok hikâye anlatılır. Ancak bizim de bir mühendis olarak katıldığımız genel görüş şudur. Üst katlarda uzun süre devam eden yangın kulelerin taşıyıcısı olan çelik yapıları ısı etkisiyle yumuşattı. Yumuşayıp gevşeyen çelik de kendini salınca yapı olduğu gibi çöktü. Türkiye’ye gelelim. Eskiden Üsküdar Meydanı en şiddetli yağışlarda bile pek fazla su ile dolmazdı. Şimdi izliyoruz, yağış biraz fazla olunca adeta deniz ile meydan birleşiyor. İşte bu da bizim tasarım hatamız. Meydanın altında Marmaray İstasyonu var. Bunun yanında ise başka bir metro istasyonu inşa ediliyor. Böylece yerin altı bütünüyle su geçirmez hale geldi. Eskiden toprağın altına süzülüp yer altından denize ulaşabilen yağmur suları şimdi yüzeyde kalıyor ve meydanı işgal ediyor. Bu kadar basit. Gündemimiz deprem ve yağış demiştik. Türkiye bir deprem ülkesi. Ne zaman olacağı önceden bilinemese bile nerede ve hangi zaman aralığında olacağı yaklaşık olarak belirlenebiliyor. O halde kent tasarımcılarının yapacağı tek şey yapıların olası en şiddetli depreme dayanıklı olarak planlanması. Ne yazık ki ülkemizde 1999 depremi öncesi yapılar ruhsatlandırılırken deprem olasılığı göz ardı edilmiş. Depreme dayanıklılık inşaat sahibinin kendi tasarrufuna bırakılmış. O halde bu tarihten önce yapılmış olan bütün yapıları riskli olarak kabul etmek gerekiyor. Bir de kaçak yapılar var, onların da tamamının elden geçmesi gerekiyor. Fethiye’yi ise ikiye bölebiliriz; Çarşı Caddesinin üstü ve altı diye. Yukarıda kalan kısımda 1957 depremini atlatmış yüz yıllık binalar ayakta duruyor. Aşağıda, ovada ve Dolgu Sahasında ise zemin sağlam olmadığı için durum daha farklı. Ancak Dolgu Sahasında zamanında fazla kat izni verilmediğinden iki katlı yapılar büyük bir risk oluşturmuyor. Diğer bölgelerde ise çoğu inşaat 1999 sonrası üretilmiş, büyük bir sorun çıkmayacağı anlaşılıyor. Fethiye’nin en sorunlu bölgesi, 1980 lerde inşaatların yoğun olarak gerçekleştiği Beş Kaza meydanı ve civarı diye düşünüyorum. Zaten bunu anlamak için uzman olmaya da gerek yok. Bir zamanların şimdi yıkılmış olan sarhoş yapıları hepimizin hafızasında yer etmiş durumda. Burada da kentsel dönüşüm başladı, hızla ilerliyor. Herkes sorumlu davranırsa sorun kısa süre içinde ortadan kalkacak. Deprem için son bir söz, depremi şansa bırakamayız. Çünkü söz konusu olan insan hayatıdır. O halde olabilecek en şiddetli depreme uygun bir şekilde önlem almak zorundayız. Yağış konusu ile biraz farklı olarak değerlendirilmeli. Selden ölümler daha çok kırsal kesimlerde şehir planlamasının yapılmadığı bölgelerde gerçekleşiyor. Şehirlerde ise aşırı yağışlar biraz ıslatıyor biraz da mal kaybına neden oluyor. İnsan hayatının söz konusu olmadığı durumlarda ise alt yapıya yapılacak yatırımın büyüklüğü onun mevcut olmadığında gerçekleşecek maddi zarar ile orantılı olmalı. Şöyle ki İstanbul’da 30 yılda bir gerçekleştiği söylenilen bir yağış oldu geçenlerde. Bu yağış maddi hasarla sonuçlandı. Belki o suyu anında tahliye edecek, yollarda sel oluşmasına meydan vermeyecek kanal sistemi yapılabilirdi. Ama acaba bu sistemin maliyeti 30 yılda bir oluşacak zararın kaç katı olurdu. İşte insan hayatı söz konusu olmadığı zaman bunları da düşünmeli, yöneticileri ondan sonra eleştiri yağmuruna tutmalıyız.

Yazarın Diğer Yazıları