Çevrenin En Büyük Düşmanı Yine Bir Kısım Çevreciler

  • 4115

Sanayileşmenin büyük bir hızla ilerlediği, insanların doğal çevreyi geometrik bir hızla talan ettiği günümüzde toplumun çevreyle uyumlu bir yaşam sürdürebilmesini sağlayabilmesi için çevre gönüllülerine her zamankinden çok ihtiyaç bulunmakta. Ancak ne yazık ki özellikle ülkemizde çevre hareketinin oldukça büyük bir bölümü bilerek veya bilmeyerek bir takım uluslar arası çıkar lobilerinin sözcülüğünü yapıyor.
Uzunca bir süredir çevre hareketi deyince karşımıza HES’lere karşı yapılan protestolar çıkıyor. Başka sorunlar sihirli bir el tarafından gündem dışı bırakıldı. Bu arada AB’ye uyum amacıyla çıkarılan ve bırakınız çevreyi korumak işi daha da içinden çıkılmaz hale getiren yönetmeliklerin zoraki uygulamalarından hiç söz etmeyeceğim.
Bilindiği gibi Türkiye enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde yetmişini dış kaynaklardan sağlamak zorunda . Bunun da çoğu akaryakıt ve doğal gazdan oluşuyor. İthalat yaptığımız ülkelerin başında ise Rusya, İran ve Körfez ülkeleri geliyor. Şu anda Türkiye’nin en büyük ithalat kalemi akaryakıt ve doğal gaz. Bu kadar büyük bir pazar söz konusu olunca buna sahip olanlar ellerinden kaçırmamak için her şeyi göze alırlar.
İşte HES’lere karşı tüm yurt çapında oluşan organize hareket ister istemez bir kısım dış bağlantıları akla getiriyor. Son birkaç yıl içinde çoğu dere tipi olmak üzere binin üzerinde HES projesi hazırlandı. HES’in ne olduğunu kısaca anlatalım. Nehir tipi HES’lerde genellikle akarsu debisinin mevsimlere göre farklılık gösterdiği nehirlerin önüne yüksekçe bir baraj inşa edilir. Nehrin suyu burada tutularak barajın alt tarafında inşa edilen bir elektrik türbinine yollanır. Basınçlı su türbini döndürerek elektrik enerjisine çevirdikten sonra dere yatağına bırakılır. Bu santrallerin başlıca sakıncası yüzbinlerce dönüm araziyi sular altında bırakması yanı sıra yaklaşık seksen-yüz yıl içerisinde dolarak ömürlerini tamamlaması olarak gösteriliyor.
Dere tipi HES’ler ise akarsu debisinin düzenli olduğu ve akarsu yatağının yeterince eğimli bulunduğu yerlerde kurulur. Burada akarsuyun bir bölümünde suyu tutmak için ufak bir menfez hazırlanır. Su buradan borular vasıtasıyla aşağılara salınarak yeterli basıncın oluştuğu bir yerde kurulacak türbinlere verilir ve böylece elektrik enerjisi elde edilir. Türbini çeviren su daha sonra akarsu yatağına bırakılır. Bu tip santrallerin başlıca sakıncası çoğu doğal yaşam alanlarına kurulacağı için buralarda tahribata yol açmasıdır. Ayrıca suyun akarsu yatağından alındığı yer ile santral arasında kalan bölgede sulu tarım yapılıyorsa su kullanımı konusunda anlaşmazlıklar çıkabilir.
Yapılmış olan HES projelerinin çoğunda bir kısım ayrıntıların göz ardı edildiği gerçeğini göz ardı edemeyiz. Belki de bu projelerin bir kısmı sadece harita üzerinde tasarlanmıştır. İşin sosyal ve ekolojik boyutları düşünülmemiştir. Halbuki çevre örgütleri ve yöre insanı ile yapılacak ortak çalışmalarda mevcut sakıncaların çoğunu ortadan kaldıracak proje değişiklikleri yapmak mümkündür. Örneğin su kullanımıyla ilgili kalıcı garantiler yöre köylüsüne verilebilir. Bu yapılamıyorsa zaten o santralin oraya kurulması sakıncalı demektir. Öte yandan doğal sit niteliğindeki bir takım alanlar kapsam dışı bırakılabilir veya buralarda özel bir kısım çalışmalar yapılabilir. Benim akarsu tipi HES ile ilk karşılaşmam Norveç’te oldu. Yol kenarında mola verdiğimiz tesisin altında bir yerden su sesi ile karışık mekanik uğultular geliyordu. Meğer restoran HES santralının üzerinde kurulmuş. Santral binası yerin altında. Ona su taşıyan borular çoktan ormanın altında kaybolup gitmiş. Dikkatle bakınca ilerde bir yerden yer altından fışkıran suyu ve onun yanındaki enerji hatlarını gördüm. Biliyorsunuz dünyanın en zengin ülkesi olan Norveç enerji gereksiniminin yüzde doksanının HES’lerden sağlıyor.
Önümüzde bu kadar olumlu örnek dururken bir kısım kuruluşların “suyumuzu yabancılara peşkeş çekiyorlar”, “suyumuzu vermeyiz, o halkındır”, “eyvah, bu gidişle sularımız bitecek, ülkemiz kuruyacak” gibi nümayişlerle her türlü HES çalışmasına karşı çıkmasının gerekçesini başka yerlerde aramak gerekir. Adamlar utanmasalar “yabancılar sularımızı ceplerine doldurup yurt dışına çıkarıyor” diyecekler.
Şimdiye kadar bu kuruluşlar karşı çıktıkları bütün projeleri yüksek yargıya gönderiyorlar ve ana muhalefet partisi gibi çalışan yüksek yargı da bunları iptal ediyordu. Artık bu şanslarını da kaybettiler. Bundan sonra bütün HES projeleri tarafların katılımıyla ciddi araştırma ve tartışmalar yapıldıktan sonra hayata geçirilmek zorunda.
Önümüzde Fethiye Saklıkent Platformu örneği var. Saklıkente yapılması düşünülen HES’lere karşı çıkmak için aralarında TEMA’nın da bulunduğu çeşitli kuruluşlar bir örgütlenme yaptılar. Ancak Fethiye temsilciliğini Sayın Okyay Tirli’nin yaptığı TEMA geçtiğimiz günlerde bu platformdan ayrıldı. Gerekçe olarak da platformun diğer üyelerinin Saklıkent olayını siyasi malzeme yapmalarını gösterdi. Tirli’nin görüşüne katılıyorum. Çevre hareketi bir siyasi hareketi desteklemek veya kösteklemek amacıyla kullanılamaz. Ancak çevreciler kendi görüşlerini destekleyen siyasi hareketlere katkıda bulunabilirler. Yani toplumsal örgütlenme yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya doğru olur.
Özetle söylemek gerekirse TEMA Vakfı bu olayda bir sivil toplum kuruluşunun yapması gerektiği gibi davrandı. Okyay Bey’in olsun TEMA Vakfının olsun çevre konusundaki bütün görüşlerine katılmak zorunda değiliz. Ama bu vakfın önümüzdeki günlerde yatırımcı-devlet-yöre insanı-çevre arasındaki ilişkileri olumlu yönde düzenleme konusunda büyük katkıları olacağına inanıyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları