1 Mayıs
- 493
1 Mayıs işçi sınıfının uluslar arası birlik ve dayanışma günü olarak 1889 yılından beri tüm dünya ülkelerinde kutlanılmaktadır. Türkiye’de ise 1908 yılında meşrutiyetin ilanından beri kutlanmakta olup, ilk büyük ölçekli kitlesel kutlama 1976 yılında İstanbul Taksim Meydanında yapılmıştır. Olaysız geçen bu kutlamadan sonra ne yazık ki 1977 yılında aynı yerde yoğun bir katılımla yapılan kutlama 33 vatandaşımızın canına mal olmuştur.
O tarihlerde Türkiye’deki iki büyük işçi konfederasyonundan biri olan DİSK yaklaşık 500bin üyeye ulaşmış ve diğer kitle örgütleriyle birlikte mevcut iktidarların korkulu rüyası haline gelmişti. Dünya o zamanlar sosyalist dünya, kapitalist dünya diye iki kutupluydu. Olasıdır ki Türkiye’de işçi sınıfı hareketinin sosyalist bir çizgide güçlenmesi başta ABD olmak üzere Batı’nın işine gelmemiş ve bu hareketi henüz gelişme çağındayken boğmak düşüncesi ortaya çıkmıştı.
İşte 1 Mayıs 1977 günü sabahtan itibaren o tarihlerde “Maocular” olarak isimlendirilen ufak bir sol grubun meydana gireceği sırada alanda toplananlara saldıracağı söylentisi yayılmaya başlamıştı. Gerçekten de tam o saatte alana şimdi Taksim Camisinin yükseldiği yerden ve karşı taraftaki çok katlı otelin pencerelerinden kimliği belirsiz kişiler tarafından ateş açılmış ve çıkan panikte 33 vatandaşımız hayatını kaybetmişti. Olayın failleri yakalanamasa bile arkalarındaki güç belliydi; emperyalist devletler ve onların içerdeki işbirlikçileri.
İşçi sınıfına saldırı bununla da bitmedi. Önce DİSK içersinde ikilik yaratıldı, en sonunda da 1980 yazında eski başkan Kemal Türkler bir suikastle ortadan kaldırıldı. 12 Eylül 1980 darbesi işçi hareketine büyük darbe vurdu. 1980 lerin sonunda 1 Mayıs kutlamaları yeniden başladıysa da hem sendikalar güçsüzdü, hem de Türkiye ve dünyanın ekonomik ve siyasi yapısı sağ-sol savaşının özelliklerini farklılaştırmıştı.
Kutlamalar 2010-11 yıllarına gelinceye her yıl farklı mekanlarda, fazla kitlesel olmayacak biçimde olaysız biçimde devam etti. 2011 den sonra İstanbul genelinde miting alanları yeniden belirlendi; bunların arasında Taksim Meydanı yoktu. Ne olduysa bunun üzerine oldu 2012 yılından itibaren bir kısım sendikalar ve marjinal örgütler ille de taksimde miting yapacağız diye tutturdular. Her 1 Mayısta Saraçhane ve Şişli’de toplanan gruplar Taksime doğru etrafı yakıp yıkarak yürüyüşe geçtiler. Kendilerini durdurmak isteyen güvenlik güçlerine taşlı, sopalı, Molotof kokteylli saldırılarda bulundular. Artık 1977 yılının ağır başlı, işçi ağırlıklı, düzenli gösterileri ortadan kalkmış, 1Mayısı kutlamak eşcinseller de dahil olmak üzere çapulculara kalmıştı. Bu arada saldırgan da değişmiş, 1977 de saldırıya uğrayanlar 2010 lu yıllarda saldırgan konumuna geçmişlerdi.
Yapılan araştırmalara göre Türkiye’deki “sol” örgütlerin birkaçı hariç geri kalan kısmı Batılı istihbarat servislerinin güdümündedir. İşte bu “sol” örgütler beş altı yıldan beri 1 Mayıslarda patronlarından aldıkları emirle ortalığı karıştırıyorlar. Burada iki amaç ortaya çıkıyor, birincisi zaten zayıflamış olan işçi sınıfı hareketini saldırgan konuma sokup halkın gözünde iyice soğutmak. İkinci ve daha önemli amaç ise kargaşa çıkarıp bir gün için bile olsa hayatı felç etmek.
Ben son birkaç haftadır endişe içindeydim. İBB seçimlerinin sonucunun belli olmaması çeşitli kesimlerde bir gerginlik yaratmıştı. Bu gergin ortamda bir kısım örgütler Taksim’de kutlama yapacağız diye direnirler, güvenlik güçleri de onları engellemeye çalışırsa odlukçu kanlı görüntüler ortaya çıkabilirdi. Ancak korktuğumuz başımıza gelmedi; DİSK ve diğer küçük “sol” örgütler kendilerine ayrılan Bakırköy meydanında barışçı bir kutlama yaptılar. Ufak bir grup ise izinli olarak onları temsilen Taksim Anıtına çelenk koydu. Taksime zorla girmek isteyen birkaç kişi dışında hiçbir olay çıkmadı.
Dünya çapındaki siyasi rekabetin olağanüstü gerildiği, Batılı güçlerin Türkiye’ye adeta savaş açtıkları bu ortamda kendi güdümlerindeki örgütlerin uslu çocuk rolünü oynamaları doğrusu beni sevindirmek yerine korkutuyor. Bir taraftan CHP yıllar boyu sürdürdüğü söylemini bir kenara bırakmış, İstanbul’un yeni seçilen Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Yasin okuyor, erkân bilmese de türbe ziyaretine gidiyor, üstelik İBB’ni dualarla açıyor, bir taraftan da yakıp yıkmaktan başka bir şey bilmeyen bir kısım marjinal örgütler birdenbire sakinleşiveriyorlar. Doğrusu hiç hayıra alamet değil.